Her adam diyebilir: Şems benim için yakılmış evim olan dünyada, şu ayinede güneş bana tebessüm eder, bakıyor o ayn-ı âsumanî.

Allah eğer şu'uru hem de sözü verseydi, o nazenin-i semâ benimle konuşurdu, âyine de olurdu vasıta-i beyanî.

İnhisar-ı zihniyet ona bu hakkı verir, hem dahi diyebilir: "Rabbim benimle konuşur" kelâmın arkasında, görüyorum imanımla bir rahman-ı nuranî.

Bütün zîruh hem de bütün kâinat, birden böyle derler. Zîra onda tezahüm yoktur. İnhisar da olamaz; O sermedîdir lâ-mekanî.

Ey sâil-i misalî! Sen ki îcaz istedin, ben de işaret ettim. Eğer tafsil istersen, haddimin haricinde!.. Sinek seyretmez âsumanı.

Zira o kırk enva'-ı i'cazından yalnız bir tekini ki, cezalet-i nazmıdır;

İşarat-ül İ'caz'da sıkışmadı tibyanı.

Yüz sahife tefsirim ona kâfi gelmedi. Senin gibi ruhanî ilhamları ziyade; ben istiyorum senden tafsil ile beyanı!

* * *


اولاشماز دست أدب غرب هوسبار هواكار دهادار

Ulaşmaz Dest-i Edeb-i Garb-i Hevesbâr-ı Hevakâr-ı Dehadâr

دأب أدب أبد مدت قرآن ضيابار شفاكار هدادار

De'b-i Edeb, Ebed-Müddet, Kur'ân-ı Ziyabâr-ı Şifakâr-ı Hüdadâr

Kâmilîn insanların zevk-i maalîsini hoşnud eden bir halet; çocukça bir hevese, sefihçe bir tabiat sahibine hoş gelmez,

Onları eğlendirmez. Bu hikmete binaen: Bir zevk-i süflî, sefih, hem nefsî ve şehvanî içinde tam beslenmiş, zevk-i ruhîyi bilmez.

Avrupa'dan tereşşuh etmiş şu hazır edebiyat, romanvari nazarla, Kur'ânda olan letaif-i ulviyet, mezaya-yı haşmeti göremez, hem tadamaz.

Kendindeki mihengi ona ayar edemez. Edebiyatta vardır üç meydan-ı cevelan; onlar içinde gezer, haricine çıkamaz:

Ya aşkla hüsündür, ya hamaset ve şehamet, ya tasvir-i hakikat. İşte yabanî edebse, hamaset noktasında hakperestliği etmez.


Yükleniyor...