Mazide ğaib olan gaybî olan umûrdan, müstakbelde müstetir kalmış olan ahvalden birden tazammun eden bir ilm-ül guyub hızanı,
Âlem-ül guyub lisanı, şehâdet âlemiyle konuşuyor erkânı, rumûz ile beyanı, hedef nev-i insanî, i'cazın bir lem'a-i nuranî...
Üçüncü Menba' ise:
Beş cihetle hârika bir câmiiyet vardır. Lafzında, mânâsında, ahkâmda, hem ilminde, makasıdın mizanı.
Lafzı tazammun eder pek vasi' ihtimalat; hem vücuh-u kesîre ki, her biri nazar-ı belâgatta müstahsen, arabiyece sahih, sırr-ı teşriî lâyık görüyor ânı.
Manâsında: Meşarib-ievliya, ezvak-ı ârifîni, mezahib-i sâlikîn, turuk-u mütekellimîn, menahic-i hükema, o i'caz-ı beyanî,
Birden ihata etmiş, hem de tazammun etmiş; delaletinde vüs'at, mânâsında genişlik. Bu pencere ile baksan, görürsün ne geniştir meydanı!
Ahkâmdaki istiâb; şu hârika şeriat ondan olmuş istinbat, saadet-i dâreynin bütün desatirini, bütün esbab-ı emni,
İçtimaî hayatın bütün revabıtını, vesail-i terbiye, hakâik-i ahvali birden tazammun etmiş onun tarz-ı beyanı...
İlmindeki istiğrak; hem ulûm-u kevniye, hem ulûm-u İlahî, onda meratib-i delalat, rumûz ile işârât, sureler surlarında cem'etmiştir cinanı.
Makasıd ve gayatta; müvazenet, ıttırad. Fıtrat desatirine mutabakat, ittihad; tamam müraat etmiş, hıfzeylemiş mizanı.
İşte lafzın ihatasında, mânânın vüs'atında, hükmün istiabında, ilmin istiğrakında, müvazene-i gayatta câmiiyet-i pürşanı!..
Dördüncü unsur ise:
Her asrın derece-i fehmine, edebî rütbesine, hem her asırdaki tabakata, derece-i isti'dad, rütbe-i kabiliyet nisbetinde ediyor bir ifaza-i nuranî.
Her asra, her asırdaki her tabakaya kapısı küşade. Güya her demde, her yerde taze nâzil oluyor o Kelâm-ı Rahmanî.
İhtiyarlandıkça zaman, Kur'ân da gençleşiyor. Rumûzu hem tavazzuh eder, tabiat ve esbabın perdesini de yırtar o hitab-ı Yezdanî.
Âlem-ül guyub lisanı, şehâdet âlemiyle konuşuyor erkânı, rumûz ile beyanı, hedef nev-i insanî, i'cazın bir lem'a-i nuranî...
Üçüncü Menba' ise:
Beş cihetle hârika bir câmiiyet vardır. Lafzında, mânâsında, ahkâmda, hem ilminde, makasıdın mizanı.
Lafzı tazammun eder pek vasi' ihtimalat; hem vücuh-u kesîre ki, her biri nazar-ı belâgatta müstahsen, arabiyece sahih, sırr-ı teşriî lâyık görüyor ânı.
Manâsında: Meşarib-ievliya, ezvak-ı ârifîni, mezahib-i sâlikîn, turuk-u mütekellimîn, menahic-i hükema, o i'caz-ı beyanî,
Birden ihata etmiş, hem de tazammun etmiş; delaletinde vüs'at, mânâsında genişlik. Bu pencere ile baksan, görürsün ne geniştir meydanı!
Ahkâmdaki istiâb; şu hârika şeriat ondan olmuş istinbat, saadet-i dâreynin bütün desatirini, bütün esbab-ı emni,
İçtimaî hayatın bütün revabıtını, vesail-i terbiye, hakâik-i ahvali birden tazammun etmiş onun tarz-ı beyanı...
İlmindeki istiğrak; hem ulûm-u kevniye, hem ulûm-u İlahî, onda meratib-i delalat, rumûz ile işârât, sureler surlarında cem'etmiştir cinanı.
Makasıd ve gayatta; müvazenet, ıttırad. Fıtrat desatirine mutabakat, ittihad; tamam müraat etmiş, hıfzeylemiş mizanı.
İşte lafzın ihatasında, mânânın vüs'atında, hükmün istiabında, ilmin istiğrakında, müvazene-i gayatta câmiiyet-i pürşanı!..
Dördüncü unsur ise:
Her asrın derece-i fehmine, edebî rütbesine, hem her asırdaki tabakata, derece-i isti'dad, rütbe-i kabiliyet nisbetinde ediyor bir ifaza-i nuranî.
Her asra, her asırdaki her tabakaya kapısı küşade. Güya her demde, her yerde taze nâzil oluyor o Kelâm-ı Rahmanî.
İhtiyarlandıkça zaman, Kur'ân da gençleşiyor. Rumûzu hem tavazzuh eder, tabiat ve esbabın perdesini de yırtar o hitab-ı Yezdanî.
Yükleniyor...