ederler. Hem de hayat ve mayeleri makamında olan sıdk ve hakkiyyeti tazammun ettiklerinden, şu'le-i cevvale gibi nübüvveti lemean ediyor.

Hazret-i Âişe demiş:

خُلُقُهُ الْقُرْاٰنُ

Kur'ân demiş:

وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظ۪يمٍ

Düşmana da şamil bir tevatür ve icma' ile sabittir ki, bütün ahlâk-ı hamidenin en ekmeline maliktir.

Ey birader! Görüyorsun ki; bir adam yalnız şecaatla meşhur olursa, o şöhret, ona verdiği haysiyeti ihlal etmemek için kolaylıkla yalana tenezzül etmez. Nerede kaldı ki, cemî'-i ahlâk-ı âliye birden tecemmu' ede. Evet mecmu'da bir hüküm bulunur, ferdde bulunmaz.

Netice:

Tarih ve siyer ve âsar nokta-i nazarında dikkat olunursa; Muhammed Aleyhisselam dört yaşından kırk yaşına kadar, lasiyyema hararet-i gariziyenin şiddet-i iltihabı zamanında kemâl-i istikametle; ve kemâl-i metanetle; ve tamam-ı ıttırad-ı ahval ile ve müsâvât ve muvazenet-i etvar ile; ve nihayet iffet ile; ve hiçbir hileyi îma etmemekle beraber yaşadığını

{(*) Hile, mestûriyetini öyle ehl-i inada karşı muhafaza edemez. -Müellif-}

nazara alınırsa, sonra istimrar-ı ahlâkın zamanı olan kırk seneden sonra o inkılâb-ı âzim nazara alınırsa; Hak'tan geldiğini ve hakikat olduğunu tasdik etmez ise, nefsine levm etsin. Zîrâ zihninde bir sofestaî gizlenmiş olacaktır.

Hem de en hatarlı makamlarda (Gârda gibi

{(**)

لا تخف ان اللّٰه معنا

demiş.}


) tarik-i halası mefkud iken; ve hayt-ül emel bihasbel-âdet kesilir iken; gayet metanet ve kemâl-i vüsûk ve nihayet itmi'nan ile olan hareket ve hal ve tavrı, nübüvvet ve ciddiyetine şahid-i kâfidir. Ve hak ile temessük ettiğine delildir.

* * *


Yükleniyor...