Bu üç düşmana cihad etmek dinen mükellefiz.
Üç elmas kılıncı elde etmek lâzımdır...
Birincisi:
Muhabbeti millî..
İkincisi:
İttihad...
Üçüncüsü:
Maârifdir.
Cihad-ı hâriciyeyi İslâmiyetin hakâik-i ulviyesinin berahîn-i katı'asının elmas kılınçlarına havale edeceğiz. Bu zamanın cihadı, muhabbet ve tahabbübledir. Tahvif ile değildir.
وَلَا تَجَسَّسُوا
Nass-ı celilin muhalefetiyle, hafiyye havfiyle kimse hakkıyle iktidarını sarf edemezdi..
Ve ayetin nısf-ı âhiri
وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضًا
ya gazeteler muhalefet ederek, eski hafiyyeler gibi herkesin fikrine bir ıztırab ve tereddüd ilkâ etmiştir. Amma vâesefâ! İfrata müstaid olanlar tefrite de kâbil oluyor.
Ey ulemâ! Size hitab ediyorum, şöyleki: Her zamanda ulemalar ümeray-i müstebideye takliden, her bir âlim kendi fikrini herkese kabul ettirmekle, bir nev'i istibdad gibi yapıyordu. Şimdi meşrutiyettir. Hâkim şahs-ı mütehakkim değil, belki meşveretin ruhu olan efkâr-ı ammedir. Siz de ilimde bir nevi meşrutiyeti takip ediniz. Zîrâ istibdad, hasılat-i terakkiyi istihlâk ile insanları mazî tarafına döndürüyor.. İstibdad, istikbale istidbar ediyor. Katre katre su, müteferrik kalsa kuruyor. Tecemmu' etse, bir havz-ı ab-ı hayat oluyor.
Bunu da ilaveten söylüyorum ki: Sırf maneviyât, atlamaya benzer. Teavün-ü kuvvet te'sirsizdir. Bir ve bin ikisi birdir... Amma maneviyâtın mebâdisi maddiyattan olduğundan; büyük taşı kaldırmaya benzer, teavün ve tedavül-i efkâra muhtaçtır. Böyle makamlarda
لِلْكُلِّ حُكْمٌ لَيْسَ لِكُلٍّ
denilir. Avrupa bu sırra ve sırr-ı taksim-i a'mal esasına binaen o hârikulâde terakkiyatı ve maarifi te'sis eylemişler.
Hem de efkâr-ı ammenin meşverette feveranı olsa, hâr u haşâk makamında olan bazı akâid-i bâtıla ve fırak-ı dâllenin bid'atları ki, umum
Üç elmas kılıncı elde etmek lâzımdır...
Birincisi:
Muhabbeti millî..
İkincisi:
İttihad...
Üçüncüsü:
Maârifdir.
Cihad-ı hâriciyeyi İslâmiyetin hakâik-i ulviyesinin berahîn-i katı'asının elmas kılınçlarına havale edeceğiz. Bu zamanın cihadı, muhabbet ve tahabbübledir. Tahvif ile değildir.
وَلَا تَجَسَّسُوا
Nass-ı celilin muhalefetiyle, hafiyye havfiyle kimse hakkıyle iktidarını sarf edemezdi..
Ve ayetin nısf-ı âhiri
وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضًا
ya gazeteler muhalefet ederek, eski hafiyyeler gibi herkesin fikrine bir ıztırab ve tereddüd ilkâ etmiştir. Amma vâesefâ! İfrata müstaid olanlar tefrite de kâbil oluyor.
Ey ulemâ! Size hitab ediyorum, şöyleki: Her zamanda ulemalar ümeray-i müstebideye takliden, her bir âlim kendi fikrini herkese kabul ettirmekle, bir nev'i istibdad gibi yapıyordu. Şimdi meşrutiyettir. Hâkim şahs-ı mütehakkim değil, belki meşveretin ruhu olan efkâr-ı ammedir. Siz de ilimde bir nevi meşrutiyeti takip ediniz. Zîrâ istibdad, hasılat-i terakkiyi istihlâk ile insanları mazî tarafına döndürüyor.. İstibdad, istikbale istidbar ediyor. Katre katre su, müteferrik kalsa kuruyor. Tecemmu' etse, bir havz-ı ab-ı hayat oluyor.
Bunu da ilaveten söylüyorum ki: Sırf maneviyât, atlamaya benzer. Teavün-ü kuvvet te'sirsizdir. Bir ve bin ikisi birdir... Amma maneviyâtın mebâdisi maddiyattan olduğundan; büyük taşı kaldırmaya benzer, teavün ve tedavül-i efkâra muhtaçtır. Böyle makamlarda
لِلْكُلِّ حُكْمٌ لَيْسَ لِكُلٍّ
denilir. Avrupa bu sırra ve sırr-ı taksim-i a'mal esasına binaen o hârikulâde terakkiyatı ve maarifi te'sis eylemişler.
Hem de efkâr-ı ammenin meşverette feveranı olsa, hâr u haşâk makamında olan bazı akâid-i bâtıla ve fırak-ı dâllenin bid'atları ki, umum
Yükleniyor...