herc ü merc olur. Asker neferatı siyasete karışmaz. Yeniçeriler şahiddir. Siz Şeriat dersiniz, halbuki Şeriata muhalefet ediyorsunuz ve lekedar ediyorsunuz. Şeriatla, Kur'ân ile, hadîs ile, hikmet ile, tecrübe ile sabittir ki: Sağlam, dindar, hakperest ulü-l emre itaât farzdır. Sizin ulü-l emriniz ve üstadınız; zabitlerinizdir. Nasılki mahir mühendis ve hâzık tabib günahkâr olursa; tıb ve hendeselerine halel vermez. Kezalik münevver-ül efkâr ve fenn-i harbe aşina, mektebli, hamiyetli, mü'min zabitlerinizin -ki herbiri binlere mukabildir- bir cüz'î nâmeşrû hareketi için itaâta halel vermekle umum Osmanlı ve İslâmlara zulmetmeyiniz! Zîrâ itaâtsizlik yalnız bir zulüm değil, milyonlarca nüfusun hakkına tecavüz demektir. Bilirsiniz ki, bayrak-ı tevhid-i İlahî sizin yed-i şecaatinizdedir. O yed'in kuvveti de itaâttır ve intizamdır. Zîrâ bin muntazam ve mutî asker, yüzbin başı-bozuğa mukabildir. Ne hacet!.. yüz sene zarfında otuz milyon nüfusun vücûda getiremediği böyle inkılabları itaâtle siz yaptınız. Bunu da söylüyorum ki: Bir mektepli ve münevver-ül fikir zabitini zayi' etmek, meydan-ı harbde binlerce adamı zayi' etmektir. Zîrâ şimdi hüküm-ferma, şecaat-i akliye ve fenniyedir. Bir münevver-ül fikir, binlere mukabildir. Ecnebiler size bu şecaatle galebe çaldılar. Yalnız şecaat-i kalbi kâfi değil!..
Elhasıl:
Fahr-i Âlem'in fermanını size tebliğ ediyorum ki: İtaât farzdır. Yaşasın asker!.. Yaşasın meşrutiyet-i meşruâ!..
Demek ben, bu kadar âlim varken, böyle mühim vazifeleri deruhde ettiğimden cinayet ettim!..
ONBİRİNCİ CİNAYET:
Ben Kürdistanda Kürdlerin hal-i perişanını görüyordum. Anladım ki: Dünyevî saadetimiz, bir cihetle fünûn-u cedide-i medeniye ile olacaktır. O fünûnun da gayr-ı müteaffin bir mecrası ulema ve bir menba'ı da medreseler olmak lâzımdır. Tâ ülema-i din, fünûn ile ünsiyet peyda etsinler.
Zira, Kürdlerin zimam-ı ihtiyarı, ulema elindedir. O vesaik (yeni yazılarda "ve o saik ile" şeklindedir) ile devr-i istibdadda Dersaadet'e geldim. Saadet tevehhümüyle?!. O vakitte şimdi münkasım olmuş ve şiddetlenmiş olan istibdadlar, umumen Sultan-ı Mahlu'a isnad edildiği halde; onun Zabtiye Nâzırı ile bana verdiği maaş ve ihsan denilen rüşvet ve hakk-ı sükûtu kabul etmedim, reddettim. Milletimin namını lekedâr etmedim. Aklımı feda ettim, hürriyetimi terk etmedim. O şefkatli sultana
Elhasıl:
Fahr-i Âlem'in fermanını size tebliğ ediyorum ki: İtaât farzdır. Yaşasın asker!.. Yaşasın meşrutiyet-i meşruâ!..
Demek ben, bu kadar âlim varken, böyle mühim vazifeleri deruhde ettiğimden cinayet ettim!..
ONBİRİNCİ CİNAYET:
Ben Kürdistanda Kürdlerin hal-i perişanını görüyordum. Anladım ki: Dünyevî saadetimiz, bir cihetle fünûn-u cedide-i medeniye ile olacaktır. O fünûnun da gayr-ı müteaffin bir mecrası ulema ve bir menba'ı da medreseler olmak lâzımdır. Tâ ülema-i din, fünûn ile ünsiyet peyda etsinler.
Zira, Kürdlerin zimam-ı ihtiyarı, ulema elindedir. O vesaik (yeni yazılarda "ve o saik ile" şeklindedir) ile devr-i istibdadda Dersaadet'e geldim. Saadet tevehhümüyle?!. O vakitte şimdi münkasım olmuş ve şiddetlenmiş olan istibdadlar, umumen Sultan-ı Mahlu'a isnad edildiği halde; onun Zabtiye Nâzırı ile bana verdiği maaş ve ihsan denilen rüşvet ve hakk-ı sükûtu kabul etmedim, reddettim. Milletimin namını lekedâr etmedim. Aklımı feda ettim, hürriyetimi terk etmedim. O şefkatli sultana
Yükleniyor...