vahdet ve besatet bırakmaz. Veya idam iledir. O ise Cevvad-ı Mutlak Celle Celâlühûnun merhameti, cûdu bırakmaz ki, verdiği nimet-i vücûdu geri alsın.

Üçüncü Maden:

Dikkat edilse; ma'rûz-u tağayyür olan bütün enva'da bir hakikat-ı sabite bütün tağayyürat ve etvar içinde yuvarlanarak, suretler değiştirip ölmeyerek, yaşayarak geliyor, bakî kalıyor.

İşte şahs-ı insanî -sabıkan geçtiği gibi- tasavvurat ve şuur-u küllî ile bir şahıs iken, bir nev' hükmüne geçiyor. Öyle ise, onun hakikat-ı zîşuuru ve unsur-u zîhayatı olan ruhu dahi Allah'ın izniyle daima bakîdir.

Dördüncü Maden:

Ruha -masdar itibariyle- bir derece müşabih ve yalnız vücûd-u hissî olmayan enva'da hükümran olan kavânine dikkat edilse görünür ki; şayet o kanun vücûd-u haricî giyse idi; o enva'ın birer ruhu olurdu. Halbuki daima bakî, daima müstemir, hiçbir tagayyürat onların vahdetine te'sir etmez. Ruh ise, âlem-i emirden gelen bir kanun-u zîşuur, bir namus-u zihayattır ki; Kudret-i Ezeliye ona vücûd-u haricîyi giydirmiş. Demek nasılki sıfat-ı iradeden ve âlem-i emirden gelen şuursuz kavânin, daima bakî kalıyor. Aynen onların kardeşi ve onlar gibi Sıfat-ı iradenin tecellîsi olan, âlem-i emirden gelen ruh; bekaya mazhar olmak daha ziyade layıktır. Çünkü zîvücud ve zîhakikat-ı hariciyedir. Daha kavîdir, çünkü zîşu'urdur. Daha daimîdir, çünkü hayydır, zîhayattır.

Ey birader! Zihni iz'ana, kalbi kabule ihzar etmek için şu dört makamdaki nikâtı fehmetmiş isen; işte bak maksada giriyoruz!

İşte Kur'ân-ı Kerîm ve Furkân-ı Hakîm'in cennetine gir! Bak haşr-i cismânîyi kemâl-i vuzûh ile ve Cennet ve Cehennemin ahvâlini beyan-ı mu'ciz ile sana gösteriyor. Kimsenin haddi yoktur; o beyandan sonra beyana kalkışsın!

لَيْسَ بَعْدَ بَيَانَ الْقُرْاٰنِ بَيَانٌ

نَعَمْ، اِذَا طَلَعَتِ الشَّمْسُ اِخْتَفَتِ النُّجُومُ وَ انْطَفَتْ السُّرُجُ

Bak menzilgâh-ı dünyada a'sârnişîn olan ecyâlin sufûfuna hitâben kâinatı zelzeleye getiren şu hutbe-i ezeliyeyi dinle!


Yükleniyor...