imtisalidir. Mahiyat-ı mümkinatın mutlak kemâli, mutlak vücûddur. Hususî kemâli, isti'dadatını bilfiile çıkaran ona mahsus vücûddur. Bütün kâinatın
كُنْ
emrine itaâtı, bir nefer hükmünde olan bir zerrenin itaâtı gibidir. İrade-i Ezeliye'den gelen
كُنْ
emr-i ezelîsine mümkinin itaât ve imtisalinde, yine iradenin tecellîsi olan meyil ve ihtiyaç ve şevk ve incizab birden mümtezic, mündemiçtirler. İşte itaât sırrı.
Şu temsilât-ı sitte nâkıs, mütenahî, zaîf, hakikî te'siri yok olan kuvvet-i mümkinatta müşahade ile görünüyor. Öyle ise gayr-ı mütenahî, ezelî, ebedî, bütün kâinatı adem-i sırftan îcad eden ve bütün ukûlü hayrette bırakan âsâr-ı azamet ile tecellî eden Kudret-i Ezelîyeye nisbeten herşey müsâvîdir. Hiçbirşey ağır gelemez.
Gaflet olunmaya; şu esrar-ı sitte olan küçücük mizanlarla o Kudret-i Ezeliye tartılmaz. Belki hiç münasebete giremez. Yalnız istib'adı def' için zikredilir.
İşte şu üç noktayı; ve üçüncü noktadaki altı sırrıyla mülk ve mümkin canibinde değil, belki melekûtiyet ve Kudret-i Ezeliye cihetinde nazar edilse, istinkâra incirar eden istib'ad zâil ve nefis mutmain olur.
* * *
NETİCE
Madem ki, Kudret-i Ezeliye gayr-ı mütenahiyedir. Hem lâzıme-i zaruriyedir. Hem herşey lekesiz, perdesiz cihet-i melekûtiyeti ona müteveccihtir. Hem ona mukabildir. Hem tesavî-i tarafeyn olan imkân itibarıyla mütevazin-üt tarafeyndir. Hem şeriat-ı fıtriye-i kübra olan "nizam"a muti'dir. Hem avaik ve hususiyat-ı mütenevvi'adan cihet-i melekûtiyet mücerreddir. Öyle ise küll-ü âzam, cüz'-ü asgara nisbeten kudrete karşı ziyade nazlanmaz, mukavemet etmez. Öyle ise, haşirde bütün zevil-ervahın ihyası, mevt-âlûd bir nevm ile kışta uyuşmuş bir sineğin baharda ihya ve inşâ'ından kudrete daha ağır olamaz. Öyle ise;
مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ
mübâlâğasızdır, mücazefesizdir, doğrudur, haktır, hakikattir.
كُنْ
emrine itaâtı, bir nefer hükmünde olan bir zerrenin itaâtı gibidir. İrade-i Ezeliye'den gelen
كُنْ
emr-i ezelîsine mümkinin itaât ve imtisalinde, yine iradenin tecellîsi olan meyil ve ihtiyaç ve şevk ve incizab birden mümtezic, mündemiçtirler. İşte itaât sırrı.
Şu temsilât-ı sitte nâkıs, mütenahî, zaîf, hakikî te'siri yok olan kuvvet-i mümkinatta müşahade ile görünüyor. Öyle ise gayr-ı mütenahî, ezelî, ebedî, bütün kâinatı adem-i sırftan îcad eden ve bütün ukûlü hayrette bırakan âsâr-ı azamet ile tecellî eden Kudret-i Ezelîyeye nisbeten herşey müsâvîdir. Hiçbirşey ağır gelemez.
Gaflet olunmaya; şu esrar-ı sitte olan küçücük mizanlarla o Kudret-i Ezeliye tartılmaz. Belki hiç münasebete giremez. Yalnız istib'adı def' için zikredilir.
İşte şu üç noktayı; ve üçüncü noktadaki altı sırrıyla mülk ve mümkin canibinde değil, belki melekûtiyet ve Kudret-i Ezeliye cihetinde nazar edilse, istinkâra incirar eden istib'ad zâil ve nefis mutmain olur.
NETİCE
Madem ki, Kudret-i Ezeliye gayr-ı mütenahiyedir. Hem lâzıme-i zaruriyedir. Hem herşey lekesiz, perdesiz cihet-i melekûtiyeti ona müteveccihtir. Hem ona mukabildir. Hem tesavî-i tarafeyn olan imkân itibarıyla mütevazin-üt tarafeyndir. Hem şeriat-ı fıtriye-i kübra olan "nizam"a muti'dir. Hem avaik ve hususiyat-ı mütenevvi'adan cihet-i melekûtiyet mücerreddir. Öyle ise küll-ü âzam, cüz'-ü asgara nisbeten kudrete karşı ziyade nazlanmaz, mukavemet etmez. Öyle ise, haşirde bütün zevil-ervahın ihyası, mevt-âlûd bir nevm ile kışta uyuşmuş bir sineğin baharda ihya ve inşâ'ından kudrete daha ağır olamaz. Öyle ise;
مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ
mübâlâğasızdır, mücazefesizdir, doğrudur, haktır, hakikattir.
Yükleniyor...