S- Ülema-i eslaf istibdadın fenalığından bahsetmişler mi?
{(*) Bu sual-cevab dahi her zaman yaşayabildiğinden, o kırk sene evvelki ders şimdi dahi lüzumludur, yaşar. -Müellif-}
C- Bin kerre evet. Zîrâ ağleb-i şu'ara kasidelerinde, çok müellifler kitablarının dibacelerinde zamandan şikayet ve dehre itiraz ve feleğe hücum etmiş ve dünyayı ayak altına alıp çiğnemişler. Eğer kalb kulağıyla ve akıl gözüyle dinleyip baksanız, göreceksiniz ki: Bütün itirazat okları, mazînin muzlim perdesine sarılan istibdadın bağrına gider.. Ve işiteceksiniz ki; bütün vâveylalar istibdad pençesinin tesirinden geliyor. Gerçi istibdad görünmüyordu ve ismi belli değildi; lâkin herkesin ruhu istibdadın mânasıyla tesemmüm ederdi ve bir zehir atanı bilirdi. Bazı kuvvetli dâhîler nefes aldıkça amîk ve derin bir feryad koparır idi. Fakat akıl onu güzelce tanımazdı. Çünki karanlıkta ve toplanmamış idi. Vakta ki o mâna-yı istibdadı, def'i muhal bir bela-yı semavî zannettiler; zamana hücum ve dehrin başına tokat ve feleğin bağrına oklar atmağa başladılar. Çünki bir kaide-i mukarreredir: Birşey cüz'-ü ihtiyarînin dairesinden ve cüz'iyetten çıkıp külliyet dairesine girse, veyahut bihasebil'âde def'i muhal olsa; zamana isnad edilir ve kabahat dehre atılır, taşlar feleğin kubbesine vurulur. Eğer iyi temaşa etsen göreceksin ki; feleğe atılan taşlar, döndüğü vakit bir yeis olarak kalbde tahaccür eder...
اُنْظُرْ كَيْفَ اَطَالُوا ف۪يمَا لَا يَلْزَمُ وَكُلَّمَا اَضَٓائَتْ لَهُمُ السَّعَادَةُ اَثْنَوْا عَلٰى مَنْ سَادَهُمْ وَكُلَّمَا اَظْلَمَ عَلَيْهِمْ شَتَمُوا الزَّمَانَ
{(*) Dur, geçme, anla... Yani iyilikleri reislere, fenalıkları zamana verip şetimle şekva ederler. -Müellif-}
S- Acaba şu zaman ve dehrin şikayetinden Sâni-i Zülcelâl'in san'at-ı bedi'ine itiraz çıkmaz mı?
C-
{(**) Çok ehemmiyetli bir cevabdır. -Müellif-}
Hâyır, aslâ!.. Belki mânâsı şudur: Güya şikayetçi der ki: İstediğim emir ve arzu ettiğim şey ve teşehhî ettiğim hal, hikmet-i ezeliyenin düsturu ile tanzim olunan âlemin mahiyeti müstaid ve inâyet-i ezeliyenin
{(*) Bu sual-cevab dahi her zaman yaşayabildiğinden, o kırk sene evvelki ders şimdi dahi lüzumludur, yaşar. -Müellif-}
C- Bin kerre evet. Zîrâ ağleb-i şu'ara kasidelerinde, çok müellifler kitablarının dibacelerinde zamandan şikayet ve dehre itiraz ve feleğe hücum etmiş ve dünyayı ayak altına alıp çiğnemişler. Eğer kalb kulağıyla ve akıl gözüyle dinleyip baksanız, göreceksiniz ki: Bütün itirazat okları, mazînin muzlim perdesine sarılan istibdadın bağrına gider.. Ve işiteceksiniz ki; bütün vâveylalar istibdad pençesinin tesirinden geliyor. Gerçi istibdad görünmüyordu ve ismi belli değildi; lâkin herkesin ruhu istibdadın mânasıyla tesemmüm ederdi ve bir zehir atanı bilirdi. Bazı kuvvetli dâhîler nefes aldıkça amîk ve derin bir feryad koparır idi. Fakat akıl onu güzelce tanımazdı. Çünki karanlıkta ve toplanmamış idi. Vakta ki o mâna-yı istibdadı, def'i muhal bir bela-yı semavî zannettiler; zamana hücum ve dehrin başına tokat ve feleğin bağrına oklar atmağa başladılar. Çünki bir kaide-i mukarreredir: Birşey cüz'-ü ihtiyarînin dairesinden ve cüz'iyetten çıkıp külliyet dairesine girse, veyahut bihasebil'âde def'i muhal olsa; zamana isnad edilir ve kabahat dehre atılır, taşlar feleğin kubbesine vurulur. Eğer iyi temaşa etsen göreceksin ki; feleğe atılan taşlar, döndüğü vakit bir yeis olarak kalbde tahaccür eder...
اُنْظُرْ كَيْفَ اَطَالُوا ف۪يمَا لَا يَلْزَمُ وَكُلَّمَا اَضَٓائَتْ لَهُمُ السَّعَادَةُ اَثْنَوْا عَلٰى مَنْ سَادَهُمْ وَكُلَّمَا اَظْلَمَ عَلَيْهِمْ شَتَمُوا الزَّمَانَ
{(*) Dur, geçme, anla... Yani iyilikleri reislere, fenalıkları zamana verip şetimle şekva ederler. -Müellif-}
S- Acaba şu zaman ve dehrin şikayetinden Sâni-i Zülcelâl'in san'at-ı bedi'ine itiraz çıkmaz mı?
C-
{(**) Çok ehemmiyetli bir cevabdır. -Müellif-}
Hâyır, aslâ!.. Belki mânâsı şudur: Güya şikayetçi der ki: İstediğim emir ve arzu ettiğim şey ve teşehhî ettiğim hal, hikmet-i ezeliyenin düsturu ile tanzim olunan âlemin mahiyeti müstaid ve inâyet-i ezeliyenin
Yükleniyor...