ne hal ki, meşrutiyet zamanında vücûda gelir, meşrutiyetten neşet etmesi lâzım gelmez. Hem de hangi şey vardır ki; her cihetle Şeriata muvafık olsun. Hangi adam var ki; bütün ahvali şeriata mutabık olsun? Öyle ise şahs-ı mânevî olan hükûmet dahi masum olamaz. Ancak Eflâtun-u İlâhînin Medine-i fazıla-i hayaliyesinde masum olabilir. Lâkin meşrutiyet ile su-i istimalatın ekser yolları münsed olur. İstibdadda ise açıktır.
S- İtiraz ettiğin şeye nasıl cevab veriyorsun?
C- Ben libasa ilişiyordum. Hükûmet iyi bir adamdır, pislerin libasını giymiş idi. Biz o libası yırtmak ve yıkamak istiyorduk, olamadı. Zamana bıraktık. Tâ yavaş yavaş yırtılsın.
Evet namazı kılıyordu, Kıbleyi tanımıyordu. Sonra tanıdı. Veya tanıyacaktır. "Ehven-i şerreyn" bir adâlet-i izafîyedir. Fakat kemâl-i telehhüf ile bağırıyorum ki: Şiddete inkılâb eden fikr-i intikamın tedâhülü ve heyecanatı intac eden tecrübesizlik, üzerimize emri şiddetlendirdi. Pahalaştırdı. Muvakkaten bir nevi karanlık çöktü. Emin olunuz ki, çekilecektir...
S- Neden makine-i ahval güzelce işlemiyor?
C- Zîrâ tecrübe, hamiyet, nur-u kalb ve nur-u fikri cem'edenler vezaife kifayet etmezler. Bazı ehl-i gayret ve hamiyette de meyl-üt tahrib meleke olmuş. Tamire pek alışık değildir. Bazı ehl-i tecrübe ve tamir ise, eskisine bir derece meyl ile isti'dadları pek müsaid değildir. Demek bize bir nesl-i cedid lâzımdır.
Bunu da cidden söylüyorum: Eğer meşveret, şeriattan bir parmak müfarakat ederse, eski hal yüz arşın ayrılmıştır.
S- Neden?..
C- Bir ince teli rüzgâr her tarafa çevirebilir. Fakat içtima' ve ittihad ile hasıl olan habl-ül metîn ve urvet-ul vüska, değme şeylerle tezelzül etmez. İcma-ı ümmet, Şeriatta bir delil-i yakînîdir. Re'y-i cumhur, şeriatta bir esastır. Meyelân-ı amme, Şeriatta muteber ve muhteremdir.
İşte bakınız!. Eski padişahların iradesini, Ermeni rüzgârı veya ecnebî hevası veya vehmin vesvesesi esmekle çevirebilirdi. O da sükuta rüşvet-i ma'neviye olarak bir çok ahkam-ı Şeriatı feda ediyordu. Şimdi kapı açıldı, -fakat tamamı ileride- üçyüz ârâ-yı mütekabile ve efkâr-ı
S- İtiraz ettiğin şeye nasıl cevab veriyorsun?
C- Ben libasa ilişiyordum. Hükûmet iyi bir adamdır, pislerin libasını giymiş idi. Biz o libası yırtmak ve yıkamak istiyorduk, olamadı. Zamana bıraktık. Tâ yavaş yavaş yırtılsın.
Evet namazı kılıyordu, Kıbleyi tanımıyordu. Sonra tanıdı. Veya tanıyacaktır. "Ehven-i şerreyn" bir adâlet-i izafîyedir. Fakat kemâl-i telehhüf ile bağırıyorum ki: Şiddete inkılâb eden fikr-i intikamın tedâhülü ve heyecanatı intac eden tecrübesizlik, üzerimize emri şiddetlendirdi. Pahalaştırdı. Muvakkaten bir nevi karanlık çöktü. Emin olunuz ki, çekilecektir...
S- Neden makine-i ahval güzelce işlemiyor?
C- Zîrâ tecrübe, hamiyet, nur-u kalb ve nur-u fikri cem'edenler vezaife kifayet etmezler. Bazı ehl-i gayret ve hamiyette de meyl-üt tahrib meleke olmuş. Tamire pek alışık değildir. Bazı ehl-i tecrübe ve tamir ise, eskisine bir derece meyl ile isti'dadları pek müsaid değildir. Demek bize bir nesl-i cedid lâzımdır.
Bunu da cidden söylüyorum: Eğer meşveret, şeriattan bir parmak müfarakat ederse, eski hal yüz arşın ayrılmıştır.
S- Neden?..
C- Bir ince teli rüzgâr her tarafa çevirebilir. Fakat içtima' ve ittihad ile hasıl olan habl-ül metîn ve urvet-ul vüska, değme şeylerle tezelzül etmez. İcma-ı ümmet, Şeriatta bir delil-i yakînîdir. Re'y-i cumhur, şeriatta bir esastır. Meyelân-ı amme, Şeriatta muteber ve muhteremdir.
İşte bakınız!. Eski padişahların iradesini, Ermeni rüzgârı veya ecnebî hevası veya vehmin vesvesesi esmekle çevirebilirdi. O da sükuta rüşvet-i ma'neviye olarak bir çok ahkam-ı Şeriatı feda ediyordu. Şimdi kapı açıldı, -fakat tamamı ileride- üçyüz ârâ-yı mütekabile ve efkâr-ı
Yükleniyor...