vâhidenin maânî-i müteaddidesi oluyor. Ve becayiş ve telkîhat bundan çıkar. Bu noktadan gaflet eden, büyük bir belâgatı kaybeder...

İşaret:

Bir şey merkeb ve binilmiş ise

عَلٰى

lafzına müstehak olduğu gibi, zarf gibi içine aldığından

فِى

lafzını ister.

تَجْر۪ى فِى الْبَحْرِ

gibi. Hem de bir şey âlet olduğundan

بَاء

lafzını ister.

صَعَدْتُ السَّطْحَ بِالسُّلَّمِ

gibi. Ve mekân ve merkeb olduğundan

فِى

ve

عَلٰى

lafızlarını dahi ister. Hem de gaye olduğundan

اِلٰى

ve

حَتّٰى

lafızlarını ister. İllet ve zarf olduğundan

لَامْ

ve

فِى

lafızlarını dahi ister.

وَ الشَّمْسُتَجْر۪ى لِمُسْتَقَرٍّ

gibi. İşte sermeşk; sen de kıyas edebilirsen et!..

Tenbih:

Bu mütedâhil mânâların hangisi daha ziyade senin garazına temas eder ve maksada sıla-i rahm vardır, ileriye sür ve izhar et. Bâkileri ona teşyi' edici yaptır. Yoksa senin tarz-ı ifaden haşmet ve zînet-i beyaniyeden çıplak olacaktır.

* * *


DOKUZUNCU MES'ELE

İrade-i cüz'iyeyi ve tasavvur-u basiti âciz bırakan kelâmın yüksek tabakası şudur ki: Mütedâhilen müteselsil olan makasıdın taaddüdü ve mütenasilen murtabıt olan metalibin teselsülü ve netice-i vâhideyi tevlid eden asılların içtima'ı ve her biri ayrı ayrı semere veren füru'-u kesîrenin istinbatına isti'dad veya tazammunu iledir. Şöyle ki:

Maksad-ül makasıd olan en uzak ve yüksek hedef-i garazdan ayrılıp gelmekte olan maksadlar birbirine murtabıt ve birbirinin noksaniyetini tekmil ve komşuluk hakkını eda etmekle, kelâma vüs'at ve azamet verir. Gûya birini vaz'etmekle ötekisini ve diğerini ve başkasını ve daha başkasını vaz'eder. Ve sağ ve solda ve her cihetin nisbetini gözetmekle birden o makasıdı, kelâmın kasr-ı müşeyyedesine koyuyor. Güya çok akılları kendi aklına muavenet etmek için istiare etmiş, istihdam ediyor. Sanki o


Yükleniyor...