olanlar, büyük rütbeye girmekle tekebbür eder. Tekebbür etmekle tenasübünü bozup muaşereti teşviş eder.
Demek kuyudat-ı kelâmın isti'dadlarını nazara almak gerektir. Evet herşeyi isti'dadı nisbetinde terfi' etmek lâzımdır. Zîrâ görünüyor ki göz, burun gibi bir a'za ne kadar güzel olursa, hattâ altundan olursa, haddinden büyük olduğu halde sureti çirkin eder.
Tenbih:
Nasıl bâzan en küçük bir nefer bir hizmete, meselâ düşman ordusuna keşf-i râze gider, müşir gidemez.. Veyahut bir küçük talebe yaptığı işi büyük bir âlim yapamaz. Çünki büyük adam her şeyde büyük olmak lâzım gelmez. Herkes kendi san'atında büyüktür.
Kezalik o maânî-i mütezahime içinde bâzan bir küçük mânâ riyaset eder. O kıymettar oluyor. Zîrâ onun vazifesi şimdi gelecek bir esbab ile ehemmiyetlidir.
Buna işaret eden ve kıymetine menar olan sarih hüküm ve lâzım-ı karibinin adem-i salahiyetidir ki, onun hatırası için irsal-i lafz ve sevk-i hitab edilsin ve kelâm dahi postacılık etsin. Zîrâ ya bedihî ve malûmdur, görünüyor.. Veyahut hafif ve zayıftır, asl-ı garazda ehemmiyeti yoktur.. Veyahut onu hüsn-ü telakki ve kabul edecek ve ona kulak verecek muhatab yoktur. Veyahut mütekellimin haline muvafakat ve tekellüme dâî olan arzuya hizmet edemez. Veyahut muhatabın şe'n ve haysiyetine imtizaç, istimzaç edemez. Veyahut kelâmın makamında ve müstetbeâtın tevabiinde ecnebî görünür. Veyahut garazın muhafazasına ve levazımın tedarikine müstaid değildir.
Demek her bir makamda bu esbablardan yalnız birinin sözü dinlenir. Fakat umumen ittihad etseler, kelâmı en yüksek tabakaya çıkartırlar.
HÂTİME
Bazı maânî-i muallaka vardır ki, bir şekl-i muayyenesi ve bir vatan-ı hususiyesi yoktur. Müfettiş gibi herbir daireye girer. Bazı kendine hususî bir lafız takıyor. Bu muallakatın bir kısmı ise harfiye ve hevaiye gibidir. Başka kelime onu derununa çeker. Bâzan bir cümleye, belki bir kıssate nüfuz eder. Ne vakit o cümleyi ezdirirsen ruh gibi o mânâ takattur eder. Meselâ hasret ve iştiyak ve temeddüh ve teessüf ilâ âhir.. gibi mânâlardır..
* * *
Demek kuyudat-ı kelâmın isti'dadlarını nazara almak gerektir. Evet herşeyi isti'dadı nisbetinde terfi' etmek lâzımdır. Zîrâ görünüyor ki göz, burun gibi bir a'za ne kadar güzel olursa, hattâ altundan olursa, haddinden büyük olduğu halde sureti çirkin eder.
Tenbih:
Nasıl bâzan en küçük bir nefer bir hizmete, meselâ düşman ordusuna keşf-i râze gider, müşir gidemez.. Veyahut bir küçük talebe yaptığı işi büyük bir âlim yapamaz. Çünki büyük adam her şeyde büyük olmak lâzım gelmez. Herkes kendi san'atında büyüktür.
Kezalik o maânî-i mütezahime içinde bâzan bir küçük mânâ riyaset eder. O kıymettar oluyor. Zîrâ onun vazifesi şimdi gelecek bir esbab ile ehemmiyetlidir.
Buna işaret eden ve kıymetine menar olan sarih hüküm ve lâzım-ı karibinin adem-i salahiyetidir ki, onun hatırası için irsal-i lafz ve sevk-i hitab edilsin ve kelâm dahi postacılık etsin. Zîrâ ya bedihî ve malûmdur, görünüyor.. Veyahut hafif ve zayıftır, asl-ı garazda ehemmiyeti yoktur.. Veyahut onu hüsn-ü telakki ve kabul edecek ve ona kulak verecek muhatab yoktur. Veyahut mütekellimin haline muvafakat ve tekellüme dâî olan arzuya hizmet edemez. Veyahut muhatabın şe'n ve haysiyetine imtizaç, istimzaç edemez. Veyahut kelâmın makamında ve müstetbeâtın tevabiinde ecnebî görünür. Veyahut garazın muhafazasına ve levazımın tedarikine müstaid değildir.
Demek her bir makamda bu esbablardan yalnız birinin sözü dinlenir. Fakat umumen ittihad etseler, kelâmı en yüksek tabakaya çıkartırlar.
HÂTİME
Bazı maânî-i muallaka vardır ki, bir şekl-i muayyenesi ve bir vatan-ı hususiyesi yoktur. Müfettiş gibi herbir daireye girer. Bazı kendine hususî bir lafız takıyor. Bu muallakatın bir kısmı ise harfiye ve hevaiye gibidir. Başka kelime onu derununa çeker. Bâzan bir cümleye, belki bir kıssate nüfuz eder. Ne vakit o cümleyi ezdirirsen ruh gibi o mânâ takattur eder. Meselâ hasret ve iştiyak ve temeddüh ve teessüf ilâ âhir.. gibi mânâlardır..
Yükleniyor...