süslenmiş olduğu halde evinden çıkıyor. Hattâ köyün çobanı dahi kırmızı bir mendili bağlıyor. Öyle de: Sel sahraya yükünü attığı gibi, ticaret-i hafiyeye benzer imtizacat-ı kimyeviye ile çiçeklerin nazeninlerine gûya rengârenk elbise alınır, dikilir. Hattâ çiçeklerin çobanı ıtlakına şâyan olan kefne

{(*) Dikenli, ihrak edilir bir dağ mahsulüdür. -Müellif-}

başını kırmızılaştırıyor.

Hem de:

غَارَ الْوَفَٓاءُ وَفَاضَ الْغَدْرُ وَانْفَرَجَتْ مَسَافَةُ الْخُلْفِ بَيْنَ الْقَوْلِ وَالْعَمَلِ

Yani: "Vefa, gavr-ı in'idama çekildi.. tufan-ı gadr feverana başladı. Kavl ve amel ortasında uzun bir mesafe açıldı..."

Uzağa gitmek istemiyorsan, bu makalenin bir parça mâkabline nazar et; bu mes'eleye nümune olmak için çok parçaları bulacaksın. Ezcümle: "Âyâtın delail-i i'cazının miftahı ve esrar-ı belâgatının keşşâfı yalnız belâgat-ı Arabiyedir. Felsefe-i Yunaniye değildir." Veyahut makale-i ûlâda olan mes'ele-i ûlânın hâtimesindeki işarete bak! İşte: "Hilkat denilen şeriat-ı fıtriye, meczub ve misafir olan küre-i arza farz etmiştir ki; Şemse iktida eden yıldızların safında durmak, şüzûz etmemek.. Zîrâ zemin zevciyle beraber

اَتَيْنَا طَائِع۪ينَ

demişlerdir. Taat ise, cemaatle daha ahsendir.

Şimdi teemmül et! Bu misaller, karşı ve arkalarından öyle makamatı gösterir ki; arkalarından başka makamat hayal-meyal gibi başını çıkarıyor.

* * *


ALTINCI MES'ELE

Kelâmın semeratı ise; tabakat-ı muhtelifede, suver-i müteaddidede teşekkül eden maânîdir.

Şöyle: Kimya'ya aşina olanlara malûmdur; bir maddeyi, (meselâ altun gibi bir unsuru) istihsal edildiği vakit, makine veya fabrika ile müteaddid borular ile muhtelif teressübatıyla, mütenevvi' teşekkülat ile tabakat-ı mütefavitede geçer. En nihayet ondan bir kısım tahassul eder.

Yükleniyor...