Bu sırra binaen cereyan-ı efkâra mecra ve belâgat çiçeklerine çimengâh olmaya çok derece nâkıs ve kısa ve kuru ve kır'av olan nazm-ı lafz, mecra-yı tabiîsi olan nazm-ı mânâya mukabele ederek belâgatı müşevveş etmiştir. Zîrâ acemîler sû'-i ihtiyar veya sevk-i ihtiyaçla lafzın tertib ve tahsinine ve maânî-i lügaviyenin tahsiline daha ziyade muhtaç olduklarından ve elfaz, mecra olmak cihetiyle daha âsân ve daha zahir ve nazar-ı sathiye daha munis ve hevam gibi avamın nazarlarına daha cazibedar ve avamperestane nümayişlere daha müstaid bir zemin olduğundan, elfaza daha ziyade sarf-ı himmet etmişlerdir...
Yani ne kadar bir mesafe kat'ederse, önlerine çok müşa'şa' sahralar kendilerini göstermek şanında olan tertib-i maânîde olan tagalgulden zihinlerini çevirip, elfaz arkasına koşup dolaşıyorlar. Maânînin tasavvurlarından sonra elfazın arkasına gitmekle fikirleri çatallaşmıştır.
Gide gide elfaz mânâya galebe etmekle istihdam ederek; lafz, mânâya hizmet etmek olan kaziye-i tabiiye, aksine çevrildiğinden, tabiat-ı belâgattan böyle lafızperest mutasallıfların san'atına kadar... yok belki tasannularına... uzun bir mesafe girmiştir.
Eğer istersen Harîrî gibi bir dâhiye-i edebin Makamat'ına gir gör; O dâhiye-i edeb nasıl hubb-u lafza mağlub olarak lafızperestlik hevesi o kıymetdar edebini lekedar ettiği gibi, lafızperestlere de bast-ı özür etmiştir ve nümune-i imtisal olmuştur. Onun için o koca Abdülkahir bu hastalığı tedavi etmek için, Delail-ül İ'caz ve Esrar-ül Belâgat'ın bir sülüsünü onun ilâçlarından doldurmuştur.
Evet lafızperestlik bir hastalıktır, fakat bilinmez ki hastalıktır...
Tenbih:
Lafızperestlik nasıl bir hastalıktır, öyle de: Suretperestlik ve üslûbperestlik ve teşbihperestlik ve hayalperestlik ve kafiyeperestlik şimdi filcümle, ileride ifrat ile tam bir hastalık ve mânâyı kendine feda edecek derecede bir maraz olacaktır. Hattâ bir nükte-i zarafet için veya kafiyenin hatırı için, çok edib edebde edebsizlik etmeye şimdiden başlamışlardır.
Evet lafza zînet vermeli, fakat tabiat-ı mânâ istemek şartıyla.. ve suret-i mânâya haşmet vermeli, fakat mealin iznini almak şartıyla.. ve üslûba parlaklık vermeli, fakat maksudun isti'dadı müsaid olmak şartıyla.. ve teşbihe revnak vermeli, fakat matlubun münasebetini göze almak ve rızasını tahsil etmek şartıyla.. ve hayale cevelan ve şaşaa vermeli, fakat
Yani ne kadar bir mesafe kat'ederse, önlerine çok müşa'şa' sahralar kendilerini göstermek şanında olan tertib-i maânîde olan tagalgulden zihinlerini çevirip, elfaz arkasına koşup dolaşıyorlar. Maânînin tasavvurlarından sonra elfazın arkasına gitmekle fikirleri çatallaşmıştır.
Gide gide elfaz mânâya galebe etmekle istihdam ederek; lafz, mânâya hizmet etmek olan kaziye-i tabiiye, aksine çevrildiğinden, tabiat-ı belâgattan böyle lafızperest mutasallıfların san'atına kadar... yok belki tasannularına... uzun bir mesafe girmiştir.
Eğer istersen Harîrî gibi bir dâhiye-i edebin Makamat'ına gir gör; O dâhiye-i edeb nasıl hubb-u lafza mağlub olarak lafızperestlik hevesi o kıymetdar edebini lekedar ettiği gibi, lafızperestlere de bast-ı özür etmiştir ve nümune-i imtisal olmuştur. Onun için o koca Abdülkahir bu hastalığı tedavi etmek için, Delail-ül İ'caz ve Esrar-ül Belâgat'ın bir sülüsünü onun ilâçlarından doldurmuştur.
Evet lafızperestlik bir hastalıktır, fakat bilinmez ki hastalıktır...
Tenbih:
Lafızperestlik nasıl bir hastalıktır, öyle de: Suretperestlik ve üslûbperestlik ve teşbihperestlik ve hayalperestlik ve kafiyeperestlik şimdi filcümle, ileride ifrat ile tam bir hastalık ve mânâyı kendine feda edecek derecede bir maraz olacaktır. Hattâ bir nükte-i zarafet için veya kafiyenin hatırı için, çok edib edebde edebsizlik etmeye şimdiden başlamışlardır.
Evet lafza zînet vermeli, fakat tabiat-ı mânâ istemek şartıyla.. ve suret-i mânâya haşmet vermeli, fakat mealin iznini almak şartıyla.. ve üslûba parlaklık vermeli, fakat maksudun isti'dadı müsaid olmak şartıyla.. ve teşbihe revnak vermeli, fakat matlubun münasebetini göze almak ve rızasını tahsil etmek şartıyla.. ve hayale cevelan ve şaşaa vermeli, fakat
Yükleniyor...