Şimdi insafla, nazar-ı hakikatla bu taassub-u bârideye bak; nasıl istikrâ-i tâmmın şehâdetiyle sabit olan bir hakikat-ı bahireye muaraza ediyor. O hakikat ise budur:
Hilkatte israf ve abes yoktur. Ve hikmet-i ezeliye, kısa ve müstakim yolu terketmez. Uzun ve müteassif yolu ihtiyar etmez. Öyle ise; acaba istikrâ-i tâmmın mecaza karine olmasından ne mani' tasavvur olunur ve neden caiz olmasın?..
Tenbih:
Eğer istersen Mukaddemata gir. Birinci Mukaddeme'yi suğra ve Üçüncü Mukaddeme'yi kübra yap! Sana netice verecektir ki: Ehl-i zahirin zihinlerini teşviş eden, felsefe-i Yunaniyeye incizablarıdır. Hattâ o felsefeye fehm-i âyette bir esas-ı müselleme nazarıyla bakıyorlar. Hattâ oğlu ölmüş bir kocakarıyı güldürecek derecede bir misal budur ki: Bazılar öyle bir zâtın kelâmındaki fülûs-u felsefeyi, cevher-i hakikattan temyiz etmeyecek dereceden pek çok derecede âlî olan o zât-ı nekkad, Kürdçe demiş ki:
عَنَاصِرْ چِهَارِنْ ژِوَانِنْ مَلَكْ
Halbuki, bu söz ile hükemanın mezhebi olan ki: "Melâike-i Kiram maddeden mücerreddirler" red yolunda tasrih ediyor ki: "Melâike-i Kiram anasırdan mahluk ecsâm-ı nuraniyedirler." Onlar fehmetmişler ki: Anasır dört oldukları, İslâmiyet'tendir. Acaba!.. dörtlüğü ve unsuriyeti ve besateti, hükema ıstılahatından ve müzahref olan ulûm-u tabiiyenin esaslarındandır. Hiç usûl-ü İslâmiyeye taallukları olmayan, belki zahir müşahedetle hükmolunan bir kaziyedir.
Evet dine teması olan her şey, dinden olması lâzım gelmiyor. Ve İslâmiyet'le imtizac eden her bir madde, İslâmiyet'in anasırından olduğunu kabul etmek, unsur-u İslâmiyet'in hasiyetini bilmemek demektir. Zîrâ kitab ve sünnet ve icma' ve kıyas olan anasır-ı erbaa-i İslâmiye, böyle maddeleri terkib ve tevlid etmez.
Elhasıl:
Unsuriyet ve besatet ve erbaiyet, felsefenin bataklığındandır. Şeriatın maden-i safîsinden değildir. Fakat felsefenin yanlışı, seleflerimizin
Yükleniyor...