olmuştur. Amma İbn-i Abbas'a olan nisbetin ittisali ise, Dördüncü Mukaddeme'nin âyinesine bak, o ilhakın sırrını göreceksin. Bundan sonra mervîdir: "Arz, sevr ve hut üzerindedir." Hadîs olarak rivayet edilir.
Evvelâ:
Teslim etmiyoruz ki hadîstir. Zîrâ İsrailiyatın nişanı vardır.
Sâniyen:
Hadîs olsa da, za'f-ı ittisal için yalnız zannı ifade eden âhâddandir. Akideye dâhil olmaz, Zîrâ yakîn şarttır.
Sâlisen:
Mütevatir ve kat'iyy-ül metin olsa da, kat'iyy-üd delalet değildir. Eğer istersen, Beşinci Mukaddeme'ye müracaatla, Onbirinci Mukaddeme ile müşavere et! Göreceksin nasıl hayalât, zahirperestleri havalandırmış, bu hadîsi mahamil-i sahihadan çevirmişlerdir. İşte vücuh-u sahiha üçtür: Nasıl Sevr ve Nesir ve İnsan ve diğeriyle müsemma olan Hamele-i Arş, melâikedir. Bu sevr ve hut dahi, öyle iki melâikedir. Yoksa arş-ı a'zamı melâikeye, küreyi küre gibi himmete muhtaç olan bir öküze tahmil etmek, nizam-ı âleme münafîdir. Hem de lisan-ı şeriattan işitiliyor: "Herbir nev'e mahsus ve o nev'e münasib bir melek-i müekkel vardır." Bu münasebete binaen, o melek o nev'in ismiyle müsemma, belki âlem-i melâikede onun suretiyle mütemessil oluyor...
Hadîs olarak işitiliyor: "Her akşam güneş arşa gider, secde eder. İzin alıyor, sonra geliyor." Evet şemse müekkel olan melek; ismi şems, misali de şemstir. Odur gider, gelir. Hem de hükema-i İlahiyyûn nezdinde herbir nev' için hayy ve nâtık ve efrada imdad verici ve müstemiddi bir mahiyet-i mücerrede vardır. Lisan-ı şeriatta melek-ül cibal ve melek-ül bihar ve melek-ül emtar gibi isimler ile tabir edilir. Fakat tesir-i hakikîleri yoktur. Müessir-i hakikî yalnız Zât-ı Akdes'tir.
اِذْ لَا مُؤَثِّرَ فِى الْكَوْنِ اِلَّا اللّٰهُ
Esbab-ı zahiriyenin vaz'ındaki hikmet ise, izhar-ı izzet ve saltanat tabir olunan dest-i kudret, perdesiz daire-i esbaba mün'atıf olan nazara karşı zahiren umûr-u hasise ile mübaşeret ve mülabeseti görülmemektedir. Fakat daire-i akide denilen hak ve melekûtiyette herşey ulvîdir. Dest-i kudretin perdesiz mübaşereti izzete münasibdir.
Evvelâ:
Teslim etmiyoruz ki hadîstir. Zîrâ İsrailiyatın nişanı vardır.
Sâniyen:
Hadîs olsa da, za'f-ı ittisal için yalnız zannı ifade eden âhâddandir. Akideye dâhil olmaz, Zîrâ yakîn şarttır.
Sâlisen:
Mütevatir ve kat'iyy-ül metin olsa da, kat'iyy-üd delalet değildir. Eğer istersen, Beşinci Mukaddeme'ye müracaatla, Onbirinci Mukaddeme ile müşavere et! Göreceksin nasıl hayalât, zahirperestleri havalandırmış, bu hadîsi mahamil-i sahihadan çevirmişlerdir. İşte vücuh-u sahiha üçtür: Nasıl Sevr ve Nesir ve İnsan ve diğeriyle müsemma olan Hamele-i Arş, melâikedir. Bu sevr ve hut dahi, öyle iki melâikedir. Yoksa arş-ı a'zamı melâikeye, küreyi küre gibi himmete muhtaç olan bir öküze tahmil etmek, nizam-ı âleme münafîdir. Hem de lisan-ı şeriattan işitiliyor: "Herbir nev'e mahsus ve o nev'e münasib bir melek-i müekkel vardır." Bu münasebete binaen, o melek o nev'in ismiyle müsemma, belki âlem-i melâikede onun suretiyle mütemessil oluyor...
Hadîs olarak işitiliyor: "Her akşam güneş arşa gider, secde eder. İzin alıyor, sonra geliyor." Evet şemse müekkel olan melek; ismi şems, misali de şemstir. Odur gider, gelir. Hem de hükema-i İlahiyyûn nezdinde herbir nev' için hayy ve nâtık ve efrada imdad verici ve müstemiddi bir mahiyet-i mücerrede vardır. Lisan-ı şeriatta melek-ül cibal ve melek-ül bihar ve melek-ül emtar gibi isimler ile tabir edilir. Fakat tesir-i hakikîleri yoktur. Müessir-i hakikî yalnız Zât-ı Akdes'tir.
اِذْ لَا مُؤَثِّرَ فِى الْكَوْنِ اِلَّا اللّٰهُ
Esbab-ı zahiriyenin vaz'ındaki hikmet ise, izhar-ı izzet ve saltanat tabir olunan dest-i kudret, perdesiz daire-i esbaba mün'atıf olan nazara karşı zahiren umûr-u hasise ile mübaşeret ve mülabeseti görülmemektedir. Fakat daire-i akide denilen hak ve melekûtiyette herşey ulvîdir. Dest-i kudretin perdesiz mübaşereti izzete münasibdir.
Yükleniyor...