müşaverete sevketmek için
اَوَلَا يَعْلَمُونَ، اَفَلَا يَعْقِلُونَ، اَفَلَا يَتَذَكَّرُونَ، فَاعْتَبِرُوا
gibi, o bürhan-ı inâyeti ezhanda tesbit ediyor.
İkinci Delil-i Kur'ânî: "Delil-i İhtira"dır.
Hülâsası: Mahlukatın her nev'ine, her ferdine (ve o nev'e ve o ferde müretteb olan) âsâr-ı mahsusasını müntic ve isti'dad-ı kemâline münasib bir vücûdun verilmesidir. Hiç bir nevi' müteselsil-i ezelî değildir. İmkân bırakmaz. İnkılab-ı hakikat olmaz. Mütevassıt nev'in silsilesi devam etmez. Tahavvül-ü esnaf, inkılab-ı hakâikın gayrısıdır. Madde dedikleri şey, suret-i mütegayyire, hem harekât-ı mütehavvile-i hâdiseden tecerrüd etmediğinden hudûsu muhakkaktır. Kuvvet ve suretler, a'raziyetleri cihetiyle enva'daki mübayenet-i cevheriyeyi teşkil edemez. A'raz cevher olamaz. Demek enva'ının fasılları ve umum a'razının havass-ı mümeyyizeleri bizzarûre adem-i sırftan muhtera'dırlar. Silsilede tenasül, şerait-i âdiye-i itibariyedendir.
Feya acaba! Vâcib-ül vücûd'un lâzime-i zaruriye-i beyyinesi olan ezeliyetini zihinlerine sığıştıramayan, nasıl oluyor da, her bir cihette ezeliyete münafî olan maddenin ezeliyetini zihinlerine sığıştırabilirler? Hem dest-i tasarruf-u kudrete karşı mukavemet edemeyen koca kâinat, nasıl oldu da küçücük ve nazik zerratların (öyle dehşetli salabet bulmuş ki) kudret-i ezeliyenin yed-i i'damına karşı dayanıyor. Hem nasıl oluyor ki, kudret-i ezeliyenin hassası olan ibda' ve îcadı, hiç bir münasebet-i makule olmadan en âciz ve en bîçare esbaba isnad ediliyor?
İşte Kur'ân-ı Kerim şu delili, halk ve îcaddan bahseden âyâtı ile ezhanda tanzim ediyor. Müessir-i hakikî yalnız Allah'tır. Tesir-i hakikî esbabda yoktur. Esbab, izzet ve azamet-i kudretin perdesidir. Tâ ki, aklın nazar-ı zahirîsinde dest-i kudret, umûr-u hasise ile mübaşir görünmesin.
Bir şeyde iki cihet var: Biri mülk, âyinenin mülevven vechi gibi. Ezdad ona vârid oluyor. Çirkin olur, şer olur, hakir olur, azîm olur... ilh. Esbab bu cihette vardır. İzhar-ı azamet ve izzet-i kudret öyle ister.
İkinci cihet: Melekûtiyet cihetidir. Âyinenin şeffâf vechi gibi. Şu cihet her şeyde güzeldir. Şu cihette esbabın tesiri yoktur. Vahdet öyle ister. Hattâ hayat ve ruh ve nur ve vücûd, iki vecihleri şeffâf ve güzel olduğundan mülken ve melekûten vasıtasız dest-i kudretten çıkıyorlar.
اَوَلَا يَعْلَمُونَ، اَفَلَا يَعْقِلُونَ، اَفَلَا يَتَذَكَّرُونَ، فَاعْتَبِرُوا
gibi, o bürhan-ı inâyeti ezhanda tesbit ediyor.
İkinci Delil-i Kur'ânî: "Delil-i İhtira"dır.
Hülâsası: Mahlukatın her nev'ine, her ferdine (ve o nev'e ve o ferde müretteb olan) âsâr-ı mahsusasını müntic ve isti'dad-ı kemâline münasib bir vücûdun verilmesidir. Hiç bir nevi' müteselsil-i ezelî değildir. İmkân bırakmaz. İnkılab-ı hakikat olmaz. Mütevassıt nev'in silsilesi devam etmez. Tahavvül-ü esnaf, inkılab-ı hakâikın gayrısıdır. Madde dedikleri şey, suret-i mütegayyire, hem harekât-ı mütehavvile-i hâdiseden tecerrüd etmediğinden hudûsu muhakkaktır. Kuvvet ve suretler, a'raziyetleri cihetiyle enva'daki mübayenet-i cevheriyeyi teşkil edemez. A'raz cevher olamaz. Demek enva'ının fasılları ve umum a'razının havass-ı mümeyyizeleri bizzarûre adem-i sırftan muhtera'dırlar. Silsilede tenasül, şerait-i âdiye-i itibariyedendir.
Feya acaba! Vâcib-ül vücûd'un lâzime-i zaruriye-i beyyinesi olan ezeliyetini zihinlerine sığıştıramayan, nasıl oluyor da, her bir cihette ezeliyete münafî olan maddenin ezeliyetini zihinlerine sığıştırabilirler? Hem dest-i tasarruf-u kudrete karşı mukavemet edemeyen koca kâinat, nasıl oldu da küçücük ve nazik zerratların (öyle dehşetli salabet bulmuş ki) kudret-i ezeliyenin yed-i i'damına karşı dayanıyor. Hem nasıl oluyor ki, kudret-i ezeliyenin hassası olan ibda' ve îcadı, hiç bir münasebet-i makule olmadan en âciz ve en bîçare esbaba isnad ediliyor?
İşte Kur'ân-ı Kerim şu delili, halk ve îcaddan bahseden âyâtı ile ezhanda tanzim ediyor. Müessir-i hakikî yalnız Allah'tır. Tesir-i hakikî esbabda yoktur. Esbab, izzet ve azamet-i kudretin perdesidir. Tâ ki, aklın nazar-ı zahirîsinde dest-i kudret, umûr-u hasise ile mübaşir görünmesin.
Bir şeyde iki cihet var: Biri mülk, âyinenin mülevven vechi gibi. Ezdad ona vârid oluyor. Çirkin olur, şer olur, hakir olur, azîm olur... ilh. Esbab bu cihette vardır. İzhar-ı azamet ve izzet-i kudret öyle ister.
İkinci cihet: Melekûtiyet cihetidir. Âyinenin şeffâf vechi gibi. Şu cihet her şeyde güzeldir. Şu cihette esbabın tesiri yoktur. Vahdet öyle ister. Hattâ hayat ve ruh ve nur ve vücûd, iki vecihleri şeffâf ve güzel olduğundan mülken ve melekûten vasıtasız dest-i kudretten çıkıyorlar.
Yükleniyor...