İkincisi:
İmkân ve hudûsa mebni mütekellimînin tarîkıdır.
Bu iki asıl, çendan Kur'ândan teşaub etmişlerdir. Lâkin fikr-i beşer başka surete ifrağ ettiği için uzunlaşmış ve müşkilleşmiş, evhamdan masun kalmamışlar.
Üçüncüsü:
Şübehat-âlûd hükema mesleğidir.
Dördüncüsü ve en birincisi: Belâgat-ı Kur'âniyenin ulvî mertebesini ilân etmekle beraber, cezalet cihetiyle en parlağı ve istikamet cihetiyle en kısası ve vuzûh cihetiyle beşerin umumuna en eşmeli olan mi'rac-ı Kur'ânîdir. Hem o arşa çıkmak için dört vesile vardır: İlham, tâlim, tasfiye, nazar-ı fikrî.
TARÎK-I KUR'ÂNÎ İKİ NEVİDİR
Birincisi:
Delil-i inâyet ve gâyettir ki, menafi'-i eşyayı ta'dâd eden bütün âyât-ı Kur'âniye bu delili nesc ve şu bürhanı tanzim ediyorlar. Bu delilin zübdesi, kâinatın nizam-ı ekmelinde itkan-ı san'at ve riayet-i mesalih ve hikemdir. Bu ise Sâniin kasd ve hikmetini isbat ve tesadüf vehmini ortadan nefyediyor. Zîrâ itkan, ihtiyarsız olmaz. Evet nizamın şahidleri olan bütün fünûn-u ekvan, mevcudatın silsilelerindeki halkalardan asılmış mesalih ve semeratı ve inkılabat-ı ahvalin katmer düğümleri içinde saklanmış hikem ve fevaidi göstermekle, Sâni'in kasd ve hikmetine kat'î şehâdet ediyorlar. Ezcümle:
Fenn-i hayvanat, fenn-i nebatat, ikiyüz bini mütecaviz enva'ın büyük peder ve âdemleri hükmünde olan mebde'lerinin her birinin hudûsuna şehâdet ettiği gibi; mevhum ve itibarî olan kavânin, kör ve şuursuz olan esbab-ı tabiiye ise, bu kadar hayret-feza silsileler ve bu silsileleri teşkil eden ve efrad denilen dehşet-engiz birer makine-i acibe-i İlâhiyenin îcad ve inşasına adem-i kabiliyetleri cihetiyle her bir ferd, her bir nevi; müstakillen Sâni'-i Hakîm'in dest-i kudretinden çıktıklarını ilân ve izhar ediyorlar.
Kur'ân-ı Kerim
فَارْجِعِ الْبَصَرَ هَلْ تَرٰى مِنْ فُطُورٍ
der. Kur'ânda delil-i inâyet vücuh-u mümkinenin en mükemmel vechi ile bulunuyor. Kur'ân, kâinatta tefekküre emir verdiği gibi, fevaidi tezkâr ve nimetleri ta'dad eden âyâtın fevasıl ve hâtimelerinde galiben akla havale ve vicdanla
İmkân ve hudûsa mebni mütekellimînin tarîkıdır.
Bu iki asıl, çendan Kur'ândan teşaub etmişlerdir. Lâkin fikr-i beşer başka surete ifrağ ettiği için uzunlaşmış ve müşkilleşmiş, evhamdan masun kalmamışlar.
Üçüncüsü:
Şübehat-âlûd hükema mesleğidir.
Dördüncüsü ve en birincisi: Belâgat-ı Kur'âniyenin ulvî mertebesini ilân etmekle beraber, cezalet cihetiyle en parlağı ve istikamet cihetiyle en kısası ve vuzûh cihetiyle beşerin umumuna en eşmeli olan mi'rac-ı Kur'ânîdir. Hem o arşa çıkmak için dört vesile vardır: İlham, tâlim, tasfiye, nazar-ı fikrî.
TARÎK-I KUR'ÂNÎ İKİ NEVİDİR
Birincisi:
Delil-i inâyet ve gâyettir ki, menafi'-i eşyayı ta'dâd eden bütün âyât-ı Kur'âniye bu delili nesc ve şu bürhanı tanzim ediyorlar. Bu delilin zübdesi, kâinatın nizam-ı ekmelinde itkan-ı san'at ve riayet-i mesalih ve hikemdir. Bu ise Sâniin kasd ve hikmetini isbat ve tesadüf vehmini ortadan nefyediyor. Zîrâ itkan, ihtiyarsız olmaz. Evet nizamın şahidleri olan bütün fünûn-u ekvan, mevcudatın silsilelerindeki halkalardan asılmış mesalih ve semeratı ve inkılabat-ı ahvalin katmer düğümleri içinde saklanmış hikem ve fevaidi göstermekle, Sâni'in kasd ve hikmetine kat'î şehâdet ediyorlar. Ezcümle:
Fenn-i hayvanat, fenn-i nebatat, ikiyüz bini mütecaviz enva'ın büyük peder ve âdemleri hükmünde olan mebde'lerinin her birinin hudûsuna şehâdet ettiği gibi; mevhum ve itibarî olan kavânin, kör ve şuursuz olan esbab-ı tabiiye ise, bu kadar hayret-feza silsileler ve bu silsileleri teşkil eden ve efrad denilen dehşet-engiz birer makine-i acibe-i İlâhiyenin îcad ve inşasına adem-i kabiliyetleri cihetiyle her bir ferd, her bir nevi; müstakillen Sâni'-i Hakîm'in dest-i kudretinden çıktıklarını ilân ve izhar ediyorlar.
Kur'ân-ı Kerim
فَارْجِعِ الْبَصَرَ هَلْ تَرٰى مِنْ فُطُورٍ
der. Kur'ânda delil-i inâyet vücuh-u mümkinenin en mükemmel vechi ile bulunuyor. Kur'ân, kâinatta tefekküre emir verdiği gibi, fevaidi tezkâr ve nimetleri ta'dad eden âyâtın fevasıl ve hâtimelerinde galiben akla havale ve vicdanla
Yükleniyor...