Demek biz mağlubiyetle ikinci cereyana takıldık ki, mazlumların ve cumhurun cereyanıdır. Başkalarından yüzde seksen fakir ve mazlumsa; İslâmdan doksan, belki doksanbeştir.
Âlem-i İslâm şu ikinci cereyana karşı lâkayd veya muarız kalmakla, hem istinadsız, hem bütün emeğini heder, hem onun istilasıyla istihaleye maruz kalmaktan ise; âkılane davranıp onu İslâmî bir tarza çevirip kendine hâdim kılmaktır. Zîrâ düşmanın düşmanı, düşman kaldıkça dosttur. Nasılki düşmanın dostu, dost kaldıkça düşmandır.
Şu iki cereyan birbirine zıd, hedefleri zıd, menfaatleri zıd olduğundan; birincisi dese "Öl!", diğeri diyecek "Diril!". Birinin menfaatı; zarar, ihtilaf, tedennî, za'f, uyumamızı istilzam ettiği gibi; ötekinin menfaatı dahi, kuvvetimizi, ittihadımızı bizzarûre iktiza eder.
Şark husumeti, İslâm inkişafını boğuyor idi; zâil oldu ve olmalı. Garb husumeti, İslâm'ın ittihadına, uhuvvetin inkişafına en müessir sebebdir, bakî kalmalı.
Birden o meclisten tasdik emareleri tezahür etti.
Dediler:
-Evet ümidvar olunuz, şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sadâ, İslâmın sadâsı olacaktır!..
Tekrar biri sordu:
-Musibet cinayetin neticesi, mükâfatın mukaddemesidir. Hangi fiiliniz ile kadere fetva verdiniz ki, şu musibetle hükmetti. Musibet-i âmme, ekseriyetin hatasına terettüb eder. Hazırda mükâfatınız nedir?
Dedim:
Yükleniyor...