Öyle zaman olur ki, bir kelime bir orduyu batırır; bir gülle otuz milyonun mahvına sebeb olur. Nasılki oldu da... Öyle şerait tahtında olur ki, küçük bir hareket insanı a'lâ-yı illiyyîne çıkarır. Öyle hal olur ki; küçük bir fiil, insanı esfel-i safilîne indirir.
Böyle kaziye-i mutlakada veya münteşire-i zamaniyede böyle haller, büyük bir nükte için nazara alınır. Böyle acib ferdler ve acib zamanlar ve haller mutlak, mübhem bırakılır.
Meselâ: İnsanlarda "Veli", cum'ada "dakika-i icabe", Ramazanda "Leyle-i kadir", esma-ül hüsnada "İsm-i a'zam", ömürde "ecel" meçhul kaldıkça; sair efrad dahi kıymetdar kalır, ehemmiyet verilir.
Taayyün ettikçe, sairleri rağbetten düşer. Yirmi sene mübhem bir ömür, nihayeti muayyen bin seneye müreccahtır. Zîrâ vehim, ebediyete ihtimal verdiğinden, mübhemde nefsi kandırır. Muayyende ise, yarısı geçtikten sonra, darağacına tedricen takarrüb gibidir.
TENBİH
Bazı âyât ve ehadîs vardır ki; mutlakadır, külliye telakki edilmiş.
Hem öyleler vardır ki; münteşire-i muvakkatadır, daime zannedilmiş. Hem mukayyede var, âmm hesab edilmiş.
Meselâ, demiş: "Bu şey küfürdür." Yani o sıfat imandan neş'et etmemiş, o sıfat kâfiredir. O haysiyet ile o zât küfür etti denilir. Fakat mevsufu ise ma'sume ve imandan neş'et ettikleri gibi, imanın tereşşühatına da haize olan başka evsafa mâlik olduğundan, o zât kâfirdir denilmez. İllâ ki, o sıfat küfürden neş'et ettiği yakînen biline. Zîrâ başka sebebden de neş'et edebilir. Sıfatın delaletinde "şekk" var. İmanın vücûdunda da "yakîn" var. Şekk ise, yakînin hükmünü izale etmez. Tekfire çabuk cür'et edenler düşünsünler!
İKİNCİ CÜMLE:
ƒÒÖ‚šÒ›Ö‚ƒÒˆÖŸÒƒœÒƒ‚–Ò˜ÒƒÒ›ÕÒšÒƒ‚ƒÒˆÖŸÒƒ‚ƒ™›ÕÒƒÒ‚‡ÒšÛŸ”؃
İhya, mânâ-yı zahiriyy-i mecazî itibariyle, hasenatın gayr-ı mahdud tezauf düsturunu gösterir. Mânâ-yı aslî itibariyle, halk ve îcadda şirk ve iştiraki esasıyla "hedm" eden bir bürhana remizdir. Zîrâ bu cümle ile beraber
مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ
tarafeyndeki
Böyle kaziye-i mutlakada veya münteşire-i zamaniyede böyle haller, büyük bir nükte için nazara alınır. Böyle acib ferdler ve acib zamanlar ve haller mutlak, mübhem bırakılır.
Meselâ: İnsanlarda "Veli", cum'ada "dakika-i icabe", Ramazanda "Leyle-i kadir", esma-ül hüsnada "İsm-i a'zam", ömürde "ecel" meçhul kaldıkça; sair efrad dahi kıymetdar kalır, ehemmiyet verilir.
Taayyün ettikçe, sairleri rağbetten düşer. Yirmi sene mübhem bir ömür, nihayeti muayyen bin seneye müreccahtır. Zîrâ vehim, ebediyete ihtimal verdiğinden, mübhemde nefsi kandırır. Muayyende ise, yarısı geçtikten sonra, darağacına tedricen takarrüb gibidir.
TENBİH
Bazı âyât ve ehadîs vardır ki; mutlakadır, külliye telakki edilmiş.
Hem öyleler vardır ki; münteşire-i muvakkatadır, daime zannedilmiş. Hem mukayyede var, âmm hesab edilmiş.
Meselâ, demiş: "Bu şey küfürdür." Yani o sıfat imandan neş'et etmemiş, o sıfat kâfiredir. O haysiyet ile o zât küfür etti denilir. Fakat mevsufu ise ma'sume ve imandan neş'et ettikleri gibi, imanın tereşşühatına da haize olan başka evsafa mâlik olduğundan, o zât kâfirdir denilmez. İllâ ki, o sıfat küfürden neş'et ettiği yakînen biline. Zîrâ başka sebebden de neş'et edebilir. Sıfatın delaletinde "şekk" var. İmanın vücûdunda da "yakîn" var. Şekk ise, yakînin hükmünü izale etmez. Tekfire çabuk cür'et edenler düşünsünler!
İKİNCİ CÜMLE:
ƒÒÖ‚šÒ›Ö‚ƒÒˆÖŸÒƒœÒƒ‚–Ò˜ÒƒÒ›ÕÒšÒƒ‚ƒÒˆÖŸÒƒ‚ƒ™›ÕÒƒÒ‚‡ÒšÛŸ”؃
İhya, mânâ-yı zahiriyy-i mecazî itibariyle, hasenatın gayr-ı mahdud tezauf düsturunu gösterir. Mânâ-yı aslî itibariyle, halk ve îcadda şirk ve iştiraki esasıyla "hedm" eden bir bürhana remizdir. Zîrâ bu cümle ile beraber
مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ
tarafeyndeki
Yükleniyor...