ederek ve ondan kâinatın rabıtası olan müttehid, müstakil, muhassal cazibe-i umumiyeyi inşa ve îcad etmiştir. Nasılki zerratta reşehat-ı kuvvet olan cazibelerin muhassalası, bir cazibe-i umumiye vardır. O da kuvvetin ziyasıdır, izabesinden neş'et eden bir istihale-i latifesidir
Kezalik: Kâinata serpilmiş katarat ve lemaat-ı hayatın dahi muhassalı bir hayat-ı umumiye var olmak gerektir. Hayat varsa, ruh da vardır. Öteki gibi münteha-i ruh, bir mebde-i ruhun cilve-i feyzidir. O mebde-i ruh dahi hayat-ı ezeliyenin tecellîsidir ki, lisan-ı tasavvufta hayat-ı sâriye tesmiye ederler.
İşte ehl-i istiğrakın iştibahının sebebi ve şatahatın menşei; şu zıllı, asılla iltibas etmeleridir.
* * *
وَ لَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ ف۪ى سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتٌ بَلْ اَحْيَٓاءٌ وَ لٰكِنْ لَا تَشْعُرُونَ
﴿اَىْ وَلٰكِنَّهُمْ يَشْعُرُونَ اَنَّهُمْ اَحْيَٓاءٌ مَا مَاتُوا﴾
Şehid kendini hayy bilir.
{(*) Acib bir vakıa, şu manaya bana kat'î kanaat vermiştir. -Müellif-}
Feda ettiği hayatı, sekeratı tatmadığından gayr-ı münkatı' ve bakî görüyor. Yalnız daha nezih olarak buluyor. Başka meyyite nisbeti şuna benzer ki: İki adam rü'yada lezaizin enva'ına câmi' bir bahçede geziyorlar. Biri rü'ya olduğunu bilir, ehemmiyet vermez. Diğeri ise yakaza bilir, hakikî mütelezziz olur.
Âlem-i rü'ya, âlem-i misalin zılli ve o da âlem-i berzahın zılli olduğundan, desatirleri mütemasildir.
* * *
مَنْ قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ اَوْ فَسَادٍ فِى الْاَرْضِ فَكَاَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَم۪يعًا وَمَنْ اَحْيَاهَا فَكَاَنَّمَا اَحْيَا النَّاسَ جَم۪يعًا
Şu âyet haktır. Akla münafî olamaz. Hakikattır. Mücazefe, mübalağa içinde bulunamaz. Halbuki zahiri düşündürür.
Kezalik: Kâinata serpilmiş katarat ve lemaat-ı hayatın dahi muhassalı bir hayat-ı umumiye var olmak gerektir. Hayat varsa, ruh da vardır. Öteki gibi münteha-i ruh, bir mebde-i ruhun cilve-i feyzidir. O mebde-i ruh dahi hayat-ı ezeliyenin tecellîsidir ki, lisan-ı tasavvufta hayat-ı sâriye tesmiye ederler.
İşte ehl-i istiğrakın iştibahının sebebi ve şatahatın menşei; şu zıllı, asılla iltibas etmeleridir.
وَ لَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ ف۪ى سَب۪يلِ اللّٰهِ اَمْوَاتٌ بَلْ اَحْيَٓاءٌ وَ لٰكِنْ لَا تَشْعُرُونَ
﴿اَىْ وَلٰكِنَّهُمْ يَشْعُرُونَ اَنَّهُمْ اَحْيَٓاءٌ مَا مَاتُوا﴾
Şehid kendini hayy bilir.
{(*) Acib bir vakıa, şu manaya bana kat'î kanaat vermiştir. -Müellif-}
Feda ettiği hayatı, sekeratı tatmadığından gayr-ı münkatı' ve bakî görüyor. Yalnız daha nezih olarak buluyor. Başka meyyite nisbeti şuna benzer ki: İki adam rü'yada lezaizin enva'ına câmi' bir bahçede geziyorlar. Biri rü'ya olduğunu bilir, ehemmiyet vermez. Diğeri ise yakaza bilir, hakikî mütelezziz olur.
Âlem-i rü'ya, âlem-i misalin zılli ve o da âlem-i berzahın zılli olduğundan, desatirleri mütemasildir.
مَنْ قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ اَوْ فَسَادٍ فِى الْاَرْضِ فَكَاَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَم۪يعًا وَمَنْ اَحْيَاهَا فَكَاَنَّمَا اَحْيَا النَّاسَ جَم۪يعًا
Şu âyet haktır. Akla münafî olamaz. Hakikattır. Mücazefe, mübalağa içinde bulunamaz. Halbuki zahiri düşündürür.
Yükleniyor...