وَ اِنَّ الْفُجَّارَ لَف۪ى جَح۪يمٍ
Akibet-i ikaba delildir;
hadsen onu gösteriyor. Masiyetin ekseriya dünyada olan akibeti, bir emare-i hadsiyedir ki, cezasında bir ikab vardır. Çünki herkes, hususî bir tecrübe ile hadsen görüyor ki; hiçbir münasebet-i tabiiye olmadığı halde, masiyet bir netice-i seyyi'eye müncer olur. Bu kadar kesret ve vüs'atle tesadüf olamaz.
Eğer şu umum muhtelif hususî tecrübeler nazara alınırsa görünür ki; nokta-i iştirâk yalnız tabiat-ı masiyettir ki, cezayı istilzam ediyor. Demek ceza, masiyetin lâzım-ı zâtîsidir.
Madem ki dünyada filcümle bu lâzım, sırf tabiat-ı masiyet için terettüb ediyor. Elbette bu dâr'da terettüb etmiyen, başka dârda terettüb edecektir. Acaba kim vardır ki, küçücük bir tecrübe geçirmemiş ve dememiş: "Filan adam fenalık etti, belasını buldu."
* * *
وَ جَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَ قَبَٓائِلَ لِتَعَارَفُوا
اَىْ لِتَعَارَفُوا فَتَعَاوَنُوا فَتَحَابُّوا لَا لِتَنَاكَرُوا فَتَعَانَدُوا فَتَعَادُّوا
Bir nefer takımda, bölükte, taburda, fırkada birer rabıtası, birer vazifesi olduğu gibi; herkesin heyet-i içtimaîde müteselsil revabıt ve vazaifi vardır. Halita şeklinde gayr-ı muayyen olsa, tearüf ve teavün olmaz.
Unsuriyetin intibahı ya müsbettir ki, şefkat-i cinsiye ile inti'aşe gelir ki, tearüfle teavüne sebebdir. Veya menfîdir ki, hırs-ı ırkî ile intibaha gelir ki, tenakürle te'anüdün sebebidir. İslâmiyet bunu reddeder.
* * *
Akibet-i ikaba delildir;
hadsen onu gösteriyor. Masiyetin ekseriya dünyada olan akibeti, bir emare-i hadsiyedir ki, cezasında bir ikab vardır. Çünki herkes, hususî bir tecrübe ile hadsen görüyor ki; hiçbir münasebet-i tabiiye olmadığı halde, masiyet bir netice-i seyyi'eye müncer olur. Bu kadar kesret ve vüs'atle tesadüf olamaz.
Eğer şu umum muhtelif hususî tecrübeler nazara alınırsa görünür ki; nokta-i iştirâk yalnız tabiat-ı masiyettir ki, cezayı istilzam ediyor. Demek ceza, masiyetin lâzım-ı zâtîsidir.
Madem ki dünyada filcümle bu lâzım, sırf tabiat-ı masiyet için terettüb ediyor. Elbette bu dâr'da terettüb etmiyen, başka dârda terettüb edecektir. Acaba kim vardır ki, küçücük bir tecrübe geçirmemiş ve dememiş: "Filan adam fenalık etti, belasını buldu."
وَ جَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَ قَبَٓائِلَ لِتَعَارَفُوا
اَىْ لِتَعَارَفُوا فَتَعَاوَنُوا فَتَحَابُّوا لَا لِتَنَاكَرُوا فَتَعَانَدُوا فَتَعَادُّوا
Bir nefer takımda, bölükte, taburda, fırkada birer rabıtası, birer vazifesi olduğu gibi; herkesin heyet-i içtimaîde müteselsil revabıt ve vazaifi vardır. Halita şeklinde gayr-ı muayyen olsa, tearüf ve teavün olmaz.
Unsuriyetin intibahı ya müsbettir ki, şefkat-i cinsiye ile inti'aşe gelir ki, tearüfle teavüne sebebdir. Veya menfîdir ki, hırs-ı ırkî ile intibaha gelir ki, tenakürle te'anüdün sebebidir. İslâmiyet bunu reddeder.
Yükleniyor...