بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ى قَالَ: وَ لَا تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَ تَذْهَبَ ر۪يحُكُمْ... وَ اصْبِرُوا
S: Âlem-i İslâm ülemasının ortasındaki müdhiş ihtilafata ne dersin ve re'yin nedir?
C: Evvelâ:
{(*) Bir zaman böyle demiştim. -Müellif-}
Âlem-i İslâma gayr-ı muntazam veya intizamı bozulmuş bir meclis-i meb'usan ve encümen-i şûra nazarıyla bakıyorum. Şeriattan işitiyoruz ki: Re'y-i cumhur budur, fetva bunun üzerinedir. İşte şu: bu meclisteki re'y, ekseriyetin naziresidir. Re'y-i cumhurdan mâada olan akval, eğer hakikat ve mağzdan hâlî ve boş olmazsa, isti'dadatın re'ylerine bırakılır. Ta herbir isti'dad, terbiyesine münasib gördüğünü intihab etsin.
Lâkin burada iki nokta-i mühimme vardır:
Birincisi:
Şu isti'dadın meyelanı ile intihab olunan ve bir derece hakikatı tazammun eden ve ekalliyette kalan kavl, nefs-ül emirde mukayyed ve o isti'dad ile mahsus olduğu halde, sahibi ihmal edip mutlak bıraktı. Etba'ı iltizam edip ta'mim etti. Mukallidleri taassub edip, o kavlin hıfzı için muhaliflerin red ve hedmine çalıştılar. Şu noktadan müsademe, müşagabe, cerh ve red o derece meydan aldı ki; ayakları altından çıkan toz ve ağızlarından feveran eden duman ve lisanlarından püsküren berkler, şimşekli ve bâzan rahmetli bir bulut, şems-i İslâmiyet'in tecellîsine bir hicab teşkil etmiştir. Lâkin ziya-yı şemsten tefeyyüz etmesine isti'dad bahşeden rahmetli bulut derecesinde kalmadı. Yağmuru vermediği gibi, ziyayı dahi men'etmektedir.
İkinci Nokta:
Ekalliyette kalan kavl, eğer içindeki hakikat ve mağz, onu intihab eden isti'dadlardaki heves ve heva ve mûris âyineye ve mizacına galebe çalmazsa, o kavl bir hatar-ı azîmde kalır. Zîrâ isti'dad onunla insibağ edip onun muktezasına inkılab etmek lâzım iken; o, onu kendine
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ى قَالَ: وَ لَا تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَ تَذْهَبَ ر۪يحُكُمْ... وَ اصْبِرُوا
S: Âlem-i İslâm ülemasının ortasındaki müdhiş ihtilafata ne dersin ve re'yin nedir?
C: Evvelâ:
{(*) Bir zaman böyle demiştim. -Müellif-}
Âlem-i İslâma gayr-ı muntazam veya intizamı bozulmuş bir meclis-i meb'usan ve encümen-i şûra nazarıyla bakıyorum. Şeriattan işitiyoruz ki: Re'y-i cumhur budur, fetva bunun üzerinedir. İşte şu: bu meclisteki re'y, ekseriyetin naziresidir. Re'y-i cumhurdan mâada olan akval, eğer hakikat ve mağzdan hâlî ve boş olmazsa, isti'dadatın re'ylerine bırakılır. Ta herbir isti'dad, terbiyesine münasib gördüğünü intihab etsin.
Lâkin burada iki nokta-i mühimme vardır:
Birincisi:
Şu isti'dadın meyelanı ile intihab olunan ve bir derece hakikatı tazammun eden ve ekalliyette kalan kavl, nefs-ül emirde mukayyed ve o isti'dad ile mahsus olduğu halde, sahibi ihmal edip mutlak bıraktı. Etba'ı iltizam edip ta'mim etti. Mukallidleri taassub edip, o kavlin hıfzı için muhaliflerin red ve hedmine çalıştılar. Şu noktadan müsademe, müşagabe, cerh ve red o derece meydan aldı ki; ayakları altından çıkan toz ve ağızlarından feveran eden duman ve lisanlarından püsküren berkler, şimşekli ve bâzan rahmetli bir bulut, şems-i İslâmiyet'in tecellîsine bir hicab teşkil etmiştir. Lâkin ziya-yı şemsten tefeyyüz etmesine isti'dad bahşeden rahmetli bulut derecesinde kalmadı. Yağmuru vermediği gibi, ziyayı dahi men'etmektedir.
İkinci Nokta:
Ekalliyette kalan kavl, eğer içindeki hakikat ve mağz, onu intihab eden isti'dadlardaki heves ve heva ve mûris âyineye ve mizacına galebe çalmazsa, o kavl bir hatar-ı azîmde kalır. Zîrâ isti'dad onunla insibağ edip onun muktezasına inkılab etmek lâzım iken; o, onu kendine
Yükleniyor...