mühim ve geniş bir mevki almış; hattâ ekser hücumunda mevti elinde tutup ehl-i dalaletin başına vurur, aklını başına getirmeye çalışır.

İkincisi:

Ehl-i tarîkatın ve bilhâssa Nakşîlerin dört esasından biri ve en müessiri olan rabıta-i mevt Eski Said'i Yeni Said'e (R.A.) çevirmiş ve daima hareket-i fikriyede Yeni Said'e yoldaş olmuş. Başta İhtiyarlar Risalesi olarak, risalelerde o rabıta keşfiyatı göstere göstere tâ ehl-i iman hakkında mevtin nuranî ve hayatdar ve güzel hakikatını görüp gösterdi.

Üçüncüsü:

Bu âyet cifir ve ebced hesabıyla her tarafta Said'e hücum eden üç çeşit mevtin temas zamanını ve tarihini aynen gösterip tevafuk eder. Demek âyetteki "meyyit" kelimesinin efradından medar-ı nazar bir ferdi ve cifirce onun ismi "meyyit" adedine tam tevafukla hususî işarete mazhar bir mâsadak "Said-ün Nursî"dir.

[Sabri'nin sadakatının bir kerametidir.]

Ben namazdan sonra bu tetimmeyi yazarken Sıddık Süleyman'ın halefi Emin, Sabri'nin

اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا

âyetine dair parçayı aldığını ve Ramazanın feyzinden onun izahı gibi nurlar istediğini gördüm. Ne yazdığımı Emin'e gösterdim, hayretle dedi: "Bu hem Sabri'nin, hem Risale-i Nur'un bir kerametidir."

Bu âyetteki esrarlı müvazene-i Kur'aniyeyi düşünürken, Sure-i Hud'daki

فَاَمَّا الَّذ۪ينَ شَقُوا

fıkrasına karşı

وَاَمَّا الَّذ۪ينَ سُعِدُوا فَفِى الْجَنَّةِ

deki müvazene hatıra geldi ve bildirdi ki: Nasılki bu ikinci âyet ve birinci fıkra Risale-i Nur'un mesleğine, şakirdlerine tam tamına manen ve cifirce bakıyor. Öyle de:

فَاَمَّا الَّذ۪ينَ شَقُوا فَفِى النَّارِ لَهُمْ ف۪يهَا زَف۪يرٌ وَ شَه۪يقٌ

âyeti dahi,


Yükleniyor...