"Sübhanallah" ve "Elhamdülillah" ve "Lâ ilahe illallah" gibi şeairden çok kelâmlar, cüz'î ve küllî mes'elemizi ihtar ve tahakkukuna işaret ederler. Meselâ "Allahü Ekber"in bir vech-i manası, Cenab-ı Hakk'ın kudreti ve ilmi herşeyin fevkinde büyüktür, hiçbir şey daire-i ilminden çıkamaz, tasarruf-u kudretinden kaçamaz ve kurtulamaz. Ve korktuğumuz en büyük şeylerden daha büyüktür. Demek haşri getirmekten ve bizi ademden kurtarmaktan ve saadet-i ebediyeyi vermekten daha büyüktür. Her acib ve tavr-ı aklın haricindeki herşeyden daha büyüktür ki,

مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ

âyetinin sarahat-ı kat'iyyesi ile nev'-i beşerin haşri ve neşri, bir tek nefsin icadı kadar o kudrete kolay gelir. Bu mana itibariyledir ki, darb-ı mesel hükmünde büyük musibetlere ve büyük maksadlara karşı, herkes "Allah büyüktür, Allah büyüktür" der.. kendine teselli ve kuvvet ve nokta-i istinad yapar.

Evet nasılki Dokuzuncu Söz'de, bu kelime iki arkadaşıyla bütün ibadatın fihristesi olan namazın çekirdekleri ve hülâsaları ve içinde ve tesbihatında tekrar ile namazın manasını takviye için "Sübhanallah" "Elhamdülillah" "Allahü Ekber" üç muazzam hakikatlara ve insanın kâinatta gördüğü medar-ı hayret, medar-ı şükran ve medar-ı azamet ve kibriya, acib ve güzel ve büyük, pekçok fevkalâde şeylerden aldığı hayret ve lezzet ve heybetten neş'et eden suallerine pek kuvvetli cevab verdiği gibi, Onaltıncı Söz'ün âhirinde izah edilen şu: Nasıl bir nefer, bayramda bir müşir ile beraber huzur-u padişaha girer; sair vakitte, zabitinin makamı ile onu tanır. Aynen öyle de; her adam haccda bir derece veliler gibi Cenab-ı Hakk'ı "Rabb-ül Ardı ve Rabb-ül Âlemîn" ünvanı ile tanımağa başlar. Ve o kibriya mertebeleri kalbine açıldıkça, ruhunu istila eden mükerrer ve hararetli

Yükleniyor...