"Bu dünyada hayatın gayesi ve hayatın hayatı iman olduğunu bilen ve yorulmaz ve tok olmaz yolcu kendi kalbine dedi ki: Aradığımız zâtın sözü ve kelâmı denilen, bu dünyada en meşhur ve en parlak ve en hâkim ve ona teslim olmayan herkese her asırda meydan okuyan Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan namındaki kitaba müracaat edip o ne diyor bilelim. Fakat en evvel bu kitab, bizim Hâlıkımızın kitabı olduğunu isbat etmek lâzımdır, diye taharriye başladı. Bu seyyah bu zamanda bulunduğu münasebetiyle, en evvel manevî i'caz-ı Kur'aniyenin lem'aları olan Risale-i Nur'a baktı ve onun yüzotuz risaleleri âyât-ı Furkaniyenin nükteleri ve ışıkları ve esaslı tefsirleri gördü ve Risalet-in Nur bu kadar muannid ve mülhid bir asırda her tarafta hakaik-i Kur'aniyeyi mücahidane neşrettiği halde karşısına kimse çıkamadığından isbat eder ki, onun üstadı ve menba'ı olan Kur'an semavîdir, beşer kelâmı değildir. Hattâ Resail-in Nur'un yüzer hüccetlerinden bir tek hüccet-i Kur'aniye olan "Yirmibeşinci Söz" ve "Ondokuzuncu Mektub"un âhiri Kur'an'ın kırk vecihle mu'cize olduğunu öyle isbat etmiş ki; kim görmüş ise değil tenkid ve itiraz belki isbatlarına hayran olmuş, takdir ederek çok sena etmiş."

İşte muhterem heyet-i hâkime! Madem hakikat

Yükleniyor...