Yani: "Bütün dualar ve ihtiyaçtan gelen ricalar ve nimetten çıkan şükürler ve ibadetler ve namazlar, Hâlık-ı Külli Şey'e mahsustur." Çünki "Hüve Nüktesi"nin haşiyesinde denildiği gibi: Ya, hüve kadar bir avuç havanın herbir zerresi, umum dilleri bilecek ve söyleyenlerin yerlerini görecek ve yakın-uzak herşeyi işitecek ve her şiveyi ve her harfin tarzını tam bilecek ve çok işleri beraber, şaşırmadan görecek bir kudret-i mutlaka ve irade-i tâmmeye mâlik olacak. Bu ise hava zerreleri adedince muhal olmasından, elbette ve elbette şübhesiz ve kat'î bir zaruretle o zerrelerin herbiri, Sâni'-i Hakîm'i bütün sıfâtıyla gösterip şehadet eder. Âdeta küçük bir mikyasta âlemin büyük şehadeti kadar şehadetleri vardır.

Demek zerrat-ı havaiye adedince salavatları ifade eden, Mi'rac-ı Ahmedî'de (Aleyhissalâtü Vesselâm)

اَلصَّلَوَاتُ لِلّٰهِ

denilmiştir.

Sonra

اَلطَّيِّبَاتُ

kelime-i tayyibe söylendiği vakit, birden "nâr" ile "nur" unsuru yani, hararetli ve hararetsiz maddî ve manevî nur unsuru bir küllî dil olarak hadsiz ve nihayetsiz

Yükleniyor...