fîzâr ediyor. Vücud-u hakikî isteyen vicdan, İbrahimvari

لَٓا اُحِبُّ اْلاٰفِل۪ينَ

eniniyle mahbubat-ı mecaziyeden ve mevcudat-ı zâileden kat'-ı alâka edip, Mevcud-u Hakikî'ye ve Mahbub-u Sermedî'ye bağlanıyor.

بِدَانْ اَىْ نَفْسِ نَادَانَمْ كِه دَرْ هَرْ فَرْدْ اَزْ فَان۪ى دُو رَاهْ هَسْتْ

بَا بَاق۪ى دُو سِرِّ جَانِ جَانَان۪ى

Ey nâdan nefsim! Bil ki: Çendan dünya ve mevcudat fânidir. Fakat her fâni şeyde, bâkiye îsal eden iki yol bulabilirsin ve can-ı canan olan Mahbub-u Lâyezal'in tecelli-i cemalinden iki lem'ayı, iki sırrı görebilirsin. An şart ki: Suret-i fâniyeden ve kendinden geçebilirsen...

كِه دَرْ نِعْمَتْهَا اِنْعَامْ هَسْتْ وَ پَسْ اٰثَارْهَا اَسْمَا بِگ۪يرْ مَغْز۪ى وَ م۪يزَنْ دَرْ فَنَا اٰنْ قِشْرِ ب۪ى مَعْنَا

Evet, nimet içinde in'am görünür; Rahman'ın iltifatı hissedilir. Nimetten in'ama geçsen, Mün'im'i bulursun. Hem her eser-i Samedanî, bir mektub gibi, bir Sâni'-i Zülcelal'in esmasını bildirir. Nakıştan manaya geçsen, esma yoluyla Müsemmayı bulursun. Madem şu masnuat-ı fâniyenin mağzını, içini

Yükleniyor...