Avrupa zalim hükûmetleri zulümleriyle ve Sevr muahedesiyle Âlem-i İslâm'a ve merkez-i hilafete ettikleri ihanete mukabil öyle bir mağlubiyet tokadını yediler ki; dünyada dahi bir cehenneme girip çıkamıyorlar, azabda çırpınıyorlar.
Evet bu mağlubiyet, aynen zelzele gibi, ihanetin cezasıdır. Burada çok zâtlar kat'iyyen hükmediyorlar ki: Risalet-ün Nur'un iki merkez-i intişarı olan Isparta ve Kastamonu vilayetleri sair yerlere nisbeten âfât-ı semaviyeden mahfuz kaldıklarının sebebi, Risalet-ün Nur'un verdiği iman-ı tahkikî ve kuvvet-i itikadiyedir. Çünki böyle âfâtlar, za'f-ı imandan neş'et eden hataların neticesidir. Hadîsçe, sadaka belayı def'ettiği gibi, o kuvve-i imaniye dahi o âfâta karşı derecesiyle mukabele ediyor.
* * *
Aziz ve sıddık ve sadık ve fedakâr ve vefadar kardeşlerim!
Sizin bu defaki manevî ve nurlu hediyeniz benim nazarımda, Cennet-ül Firdevs'ten bir desti âb-ı kevser hediyesi, âlem-i bekadan bize gelmiş gibi ruhum inşirah ile doldu, bütün duygularım sürur ile şükrettiler. Size uzun bir mektub yazmak arzu ediyorum fakat zaman ve halim müsaade ve muvafakat etmediğinden kısa kesmeye mecbur oldum. Yalnız o hediyelerin hususî sahiblerine "Mâşâallah, Bârekâllah, Veffakakümullah, Es'adekümullah" derim.
Bilhâssa Yirmiyedinci Mektub'un medresesinde mütehassirane müştak bulunduğum kardeşlerimle maziye gidip tekrar görüştüm ve mükerreren ayrı ayrı görüşüyorum.
Otuzbirinci âyetin birinci mukaddemesi olan
وَ اِنْ كُنْتُمْ مَرْضٰٓى
cümlesi, binbeşyüz (1500) küsur olan makam-ı cifrîsiyle; ehl-i dalalet tarafından aşılanan manevî hastalıkların kısm-ı a'zamı, Risalet-ün Nur'un Kur'anî ilâçlarıyla izale edilebilir diye işaret etmekle beraber; maatteessüf ikiyüz sene kadar dünyanın ömrü bâki kalmışsa, bir fırka-i dâlle dahi devam edeceğine îma ediyor.
فَتَيَمَّمُوا صَع۪يدًا
cümlesi, mana-yı işarîsinde, ikinci emarenin birinci noktasında "Sin" harfi "Sad" harfinin
Evet bu mağlubiyet, aynen zelzele gibi, ihanetin cezasıdır. Burada çok zâtlar kat'iyyen hükmediyorlar ki: Risalet-ün Nur'un iki merkez-i intişarı olan Isparta ve Kastamonu vilayetleri sair yerlere nisbeten âfât-ı semaviyeden mahfuz kaldıklarının sebebi, Risalet-ün Nur'un verdiği iman-ı tahkikî ve kuvvet-i itikadiyedir. Çünki böyle âfâtlar, za'f-ı imandan neş'et eden hataların neticesidir. Hadîsçe, sadaka belayı def'ettiği gibi, o kuvve-i imaniye dahi o âfâta karşı derecesiyle mukabele ediyor.
Aziz ve sıddık ve sadık ve fedakâr ve vefadar kardeşlerim!
Sizin bu defaki manevî ve nurlu hediyeniz benim nazarımda, Cennet-ül Firdevs'ten bir desti âb-ı kevser hediyesi, âlem-i bekadan bize gelmiş gibi ruhum inşirah ile doldu, bütün duygularım sürur ile şükrettiler. Size uzun bir mektub yazmak arzu ediyorum fakat zaman ve halim müsaade ve muvafakat etmediğinden kısa kesmeye mecbur oldum. Yalnız o hediyelerin hususî sahiblerine "Mâşâallah, Bârekâllah, Veffakakümullah, Es'adekümullah" derim.
Bilhâssa Yirmiyedinci Mektub'un medresesinde mütehassirane müştak bulunduğum kardeşlerimle maziye gidip tekrar görüştüm ve mükerreren ayrı ayrı görüşüyorum.
Otuzbirinci âyetin birinci mukaddemesi olan
وَ اِنْ كُنْتُمْ مَرْضٰٓى
cümlesi, binbeşyüz (1500) küsur olan makam-ı cifrîsiyle; ehl-i dalalet tarafından aşılanan manevî hastalıkların kısm-ı a'zamı, Risalet-ün Nur'un Kur'anî ilâçlarıyla izale edilebilir diye işaret etmekle beraber; maatteessüf ikiyüz sene kadar dünyanın ömrü bâki kalmışsa, bir fırka-i dâlle dahi devam edeceğine îma ediyor.
فَتَيَمَّمُوا صَع۪يدًا
cümlesi, mana-yı işarîsinde, ikinci emarenin birinci noktasında "Sin" harfi "Sad" harfinin
Yükleniyor...