ileri terakki ettiğini bildim, çok mesrur oldum.
Sabri kardeş! Beni saran ve bağlayan ağır kayıdlara ehemmiyet vermiyorsun. Halbuki buradaki evhamlı ehl-i dünya benim ile pek fazla meşgul ve alâkadardırlar. Hattâ.. hattâ.. hattâ... Her ne ise.
Hem benim hakkımda bin derece haddimden ziyade hüsn-ü zan ile kıymet ve makam vermek, yalnız Risale-i Nur namına ve onun hizmeti ve Kur'an elmaslarının dellâllığı hesabına kabul olabilir. Yoksa hiç ender hiç olan şahsım itibariyle kabule hakkım yok. Parlak ve çalışkan kalemiyle hem Risalet-ün Nur'un, hem bizim hatıralarımızda çok ehemmiyetli mevki tutan ve yerleşen Hâfız Tevfik'in yazdığı Âyet-ül Kübra Risalesini münasib gördüğünüz zamanda gönderirsiniz. Dokuz sene yazılarıyla mesrurane ünsiyet eden gözlerim, hasretle o yazıları görmek istiyor.
Kıymetdar Hulusi ve Hakkı gibi kardeşlerim! Hakkı'nın dediği gibi, Sabri'nin mektublarını aynen onların yerine kabul olmuş; o cihette Hulusi ile muhabere kesilmemiş, devam ediyor. Hadsiz şükür ve hamd ü sena olsun ki; Risalet-ün Nur gittikçe parlak, hârikane fütuhat-ı imaniye yapar. Kendi kendine inşâallah her görenin kalbinde yerleşir, muannidleri susturur. Bir hıfz-ı gaybî altında düşmanları şaşırtmış, kör gözleri onu görmüyor. İzini bulamadığı halde, parlak faaliyetini müşahede ediyorlar. Bu vakit pek ziyade ihtiyat lâzım.
* * *
Aziz, sıddık, kıymetdar kardeşlerim ve hizmet-i Kur'aniyede metin, ciddî, çalışkan arkadaşlarım!
Yeni bir medar-ı keramet ve inayet ve sürur olan mektubunuzu aldım. Ve Risalet-ün Nur'a ait bir ikram ve inayet-i İlahiyeyi gösterdi. Şöyle ki:
Bundan dört-beş gün evvel, şiddetli bir taharri ile menzilim teftiş edildi. Her tarafa baktıkları halde hıfz-ı İlahî ile bizi mahzun edecek bir şey bulamadılar. Yalnız İktisad, Hastalar, İstiaze gibi altı-yedi risaleyi zararsız buldular. Sonra da Hüsrev'in ezan mes'elesi gibi müsadere kaidelerine tam muhalif olarak noksansız iade ettiler. Ben o hâdiseden size endişe edip, dağdan dönerken Abdülmecid, Sabri,
Sabri kardeş! Beni saran ve bağlayan ağır kayıdlara ehemmiyet vermiyorsun. Halbuki buradaki evhamlı ehl-i dünya benim ile pek fazla meşgul ve alâkadardırlar. Hattâ.. hattâ.. hattâ... Her ne ise.
Hem benim hakkımda bin derece haddimden ziyade hüsn-ü zan ile kıymet ve makam vermek, yalnız Risale-i Nur namına ve onun hizmeti ve Kur'an elmaslarının dellâllığı hesabına kabul olabilir. Yoksa hiç ender hiç olan şahsım itibariyle kabule hakkım yok. Parlak ve çalışkan kalemiyle hem Risalet-ün Nur'un, hem bizim hatıralarımızda çok ehemmiyetli mevki tutan ve yerleşen Hâfız Tevfik'in yazdığı Âyet-ül Kübra Risalesini münasib gördüğünüz zamanda gönderirsiniz. Dokuz sene yazılarıyla mesrurane ünsiyet eden gözlerim, hasretle o yazıları görmek istiyor.
Kıymetdar Hulusi ve Hakkı gibi kardeşlerim! Hakkı'nın dediği gibi, Sabri'nin mektublarını aynen onların yerine kabul olmuş; o cihette Hulusi ile muhabere kesilmemiş, devam ediyor. Hadsiz şükür ve hamd ü sena olsun ki; Risalet-ün Nur gittikçe parlak, hârikane fütuhat-ı imaniye yapar. Kendi kendine inşâallah her görenin kalbinde yerleşir, muannidleri susturur. Bir hıfz-ı gaybî altında düşmanları şaşırtmış, kör gözleri onu görmüyor. İzini bulamadığı halde, parlak faaliyetini müşahede ediyorlar. Bu vakit pek ziyade ihtiyat lâzım.
Aziz, sıddık, kıymetdar kardeşlerim ve hizmet-i Kur'aniyede metin, ciddî, çalışkan arkadaşlarım!
Yeni bir medar-ı keramet ve inayet ve sürur olan mektubunuzu aldım. Ve Risalet-ün Nur'a ait bir ikram ve inayet-i İlahiyeyi gösterdi. Şöyle ki:
Bundan dört-beş gün evvel, şiddetli bir taharri ile menzilim teftiş edildi. Her tarafa baktıkları halde hıfz-ı İlahî ile bizi mahzun edecek bir şey bulamadılar. Yalnız İktisad, Hastalar, İstiaze gibi altı-yedi risaleyi zararsız buldular. Sonra da Hüsrev'in ezan mes'elesi gibi müsadere kaidelerine tam muhalif olarak noksansız iade ettiler. Ben o hâdiseden size endişe edip, dağdan dönerken Abdülmecid, Sabri,
Yükleniyor...