bâis olmuştur ki; "Bu beşerin kelâmıdır, parça parça yapılışı kolaydır, biz de yapabiliriz." diye şübheye düştüler. Kur'an-ı Kerim de onların kolay zannettikleri yolu,

بِسُورَةٍ

tabiriyle ihtar ve "Haydi mislini getiriniz de, sizin kolay zannettiğiniz parça parça şeklinde olsun" diye, onları kolay addettikleri yolda boğmuştur. Ve keza Zemahşerî'nin beyanı vechiyle, Kur'an-ı Kerim'in surelere taksim edilmiş bir şekilde nâzil olmasında çok faideler vardır. Evet çok garib letaifi hâvi olduğu için, şu üslûb-u garib ihtiyar edilmiştir.

مِنْ مِثْلِه۪

deki zamir ya Kur'ana raci'dir, yani "Kur'anın mislini getiriniz" veya Hazret-i Muhammed'e (A.S.M.) aittir. Yani bir sureyi o zâtın (A.S.M.) misli olan ümmi bir şahıstan getiriniz. Lâkin birinci ihtimale göre ibarenin hakkı

مِثْلِ سُورَةٍ مِنْهُ

iken, iktizanın hilafına

بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِه۪

denilmiştir. Bunun esbabı: Çünki birinci ihtimalde, ikinci ihtimalin de mülahazası ve riayeti lâzımdır. Zira yalnız Kur'anın mislini getirmekle mes'ele bitmiş olmuyor. Ancak ümmi bir şahıstan getirilmesi lâzımdır ve muarazanın tamamiyetine şarttır. İşte bunun için hem

مِنْ مِثْلِه۪

deki zamirin Kur'ana raci' olması lâzımdır, hem ibarenin tebdili lâzımdır ki, her iki ihtimal mer'î olsun. Ve keza muarazanın tamamiyeti, yalnız bir surenin mislini getirmekle olmuyor. Ancak Kur'anın tamamına misil olacak bir mecmu'dan, bir kitabdan alınan bir surenin mislini getirmek şart olduğuna işarettir. Ve keza nüzulde Kur'anın emsali olan kütüb-ü semaviyeye zihinleri çevirir ki, aralarında yapılacak müvazene ile Kur'anın ulviyeti anlaşılsın.

وَادْعُوا

Bu tabirin "istiane" veya "istimdad" kelimelerine cihet-i tercihi, "davet" kelimesinin kullanış yerlerinden anlaşıldığı vechile; onları belalardan, zahmetlerden kurtarıp yardım edenler hazır bulunup, yalnız çağırmaları lâzımdır, fazla bir zahmete ihtiyaç olmadığına işarettir. "İstiane ve istimdad" kelimeleri ise yardımcıların hazır bulunduklarına delalet etmezler.

Yükleniyor...