O manevî esbabdan biri şudur ki: Cinnî şeytandan ders alan insan şeytanları, dünyevî meşgaleleri ile seni bir çenber içine alıp, Nurlara hizmetini tahdid etmek için, sezdirmeyerek perde altında çalışmışlar.
Hem o havalide sâbıkan, müdhiş ameliyat ve icraat olduğundan, o muhitte bir ürkeklik hasıl olup, senin kalbindeki gayet kuvvetli bir metanet olmasaydı, o Nurlar orada hiç ışıklandırmayacaktı. Fakat orada az hizmet de çoktur, kıymetdardır.
Sâniyen:
(Bu kısım Mektubat'ın 328-329'uncu sahifelerinde bulunan (Sâniyen) kısmının sonuna ektir.)
"Rabb-ül Âlemîn" tabirinden sonra "Rabb-üs Semavati ve-l Arz" zikri, icmalden tafsile geçmektir. Nasılki "Memleket-i İslâmiye hâkimi" tabirinden sonra; "Anadolu, Asya ve Afrika hâkimi" tabiri haşmet-i saltanatı mufassalan gösterir. Öyle de rububiyet-i mutlakadan sonra, haşmet-i rububiyeti mufassalan gösterir. Her ne ise, şimdilik sualine tam cevab veremiyorum. Ona bedel Kur'an i'cazına ait iki küçük nükteyi söyleyeceğim.
Sen şu iki nükteyi Ondokuzuncu Mektub'un beşinci cüz'ünün Onsekizinci İşaretinin Birinci Nüktesinin âhirine haşiye olarak ilâve ediniz.
İşte Birinci Nükte:
(Mektubat'ın 184'üncü sahifesindeki Haşiye 2'dir, şu kısım ona ektir.)
Şu üç hakikata mukabil gelecek hangi hakikat var? Kimin haddine düşmüş ki, bunları taklid etsin. Evet nasılki bu tarz-ı ifade sun'î olamaz, öyle de taklid edilmez. Evet kimin haddine düşmüş ki, hadsiz derece haddinden tecavüz edip, Hâlık-ı Kâinat'ı bu surette konuştursun.
İkinci Nükte:
Kur'an-ı Hakîm'in umum sahifeleri âhirinde âyetler tamam oluyor, güzel bir kafiye ile nihayetleri hitam bulması, hem Lafzullah yaprağın iki sahifesinde veya karşı karşıya iki sahifesinde veya yakın sahifelerde ekseriya ya muvafakat-ı adediye veya münasebet-i adediye bulunması, bir emare-i i'cazdır. Ve bunun sırrı şudur ki: Âyâtın en büyüğü olan "Müdayene" âyeti, sahifeleri için
Hem o havalide sâbıkan, müdhiş ameliyat ve icraat olduğundan, o muhitte bir ürkeklik hasıl olup, senin kalbindeki gayet kuvvetli bir metanet olmasaydı, o Nurlar orada hiç ışıklandırmayacaktı. Fakat orada az hizmet de çoktur, kıymetdardır.
Sâniyen:
(Bu kısım Mektubat'ın 328-329'uncu sahifelerinde bulunan (Sâniyen) kısmının sonuna ektir.)
"Rabb-ül Âlemîn" tabirinden sonra "Rabb-üs Semavati ve-l Arz" zikri, icmalden tafsile geçmektir. Nasılki "Memleket-i İslâmiye hâkimi" tabirinden sonra; "Anadolu, Asya ve Afrika hâkimi" tabiri haşmet-i saltanatı mufassalan gösterir. Öyle de rububiyet-i mutlakadan sonra, haşmet-i rububiyeti mufassalan gösterir. Her ne ise, şimdilik sualine tam cevab veremiyorum. Ona bedel Kur'an i'cazına ait iki küçük nükteyi söyleyeceğim.
Sen şu iki nükteyi Ondokuzuncu Mektub'un beşinci cüz'ünün Onsekizinci İşaretinin Birinci Nüktesinin âhirine haşiye olarak ilâve ediniz.
İşte Birinci Nükte:
(Mektubat'ın 184'üncü sahifesindeki Haşiye 2'dir, şu kısım ona ektir.)
Şu üç hakikata mukabil gelecek hangi hakikat var? Kimin haddine düşmüş ki, bunları taklid etsin. Evet nasılki bu tarz-ı ifade sun'î olamaz, öyle de taklid edilmez. Evet kimin haddine düşmüş ki, hadsiz derece haddinden tecavüz edip, Hâlık-ı Kâinat'ı bu surette konuştursun.
İkinci Nükte:
Kur'an-ı Hakîm'in umum sahifeleri âhirinde âyetler tamam oluyor, güzel bir kafiye ile nihayetleri hitam bulması, hem Lafzullah yaprağın iki sahifesinde veya karşı karşıya iki sahifesinde veya yakın sahifelerde ekseriya ya muvafakat-ı adediye veya münasebet-i adediye bulunması, bir emare-i i'cazdır. Ve bunun sırrı şudur ki: Âyâtın en büyüğü olan "Müdayene" âyeti, sahifeleri için
Yükleniyor...