bütün Atabey'in dağları başıma düşüyor, müteessir oldum. Afvınıza ve bedbaht insanların eziyetinden kurtulmanıza teşekkürlerle beraber tebrik ediyorum. Fakat bu nurlu ve kıymetli risalelerin sahibi bizden uzaklaşmasına gönül razı olmuyor. Barla dağlarında bizi ve bu etrafı nurlandıran, bizlerden uzaklaşmamalı. Uzaklaşmasını kim arzu eder? Barla çok bahtiyardır ki, en evvel ve her vakit, o taze ve şirin risaleleri herkesten evvel, bizzât şifahen Üstad'dan işitebilirler.
Müzeyyene
* * *
بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪
اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Gayyur, zeki, ciddî, sıddık, hakikî kardeşlerim Hoca Sabri Efendi, Hâfız Ali!
Bu Cuma günü gündüz, rahatsızlığımdan dolayı biraz yatmıştım. Rü'yaya benzer, fakat rü'ya değil; hayalen gördüm ki: Sabri karşıma çıktı, arkasında Hâfız Ali. Sabri bana diyor: "Üstadım! İnayat-ı Seb'a namıyla beyan edilen büyük inayetler varken, Onuncu Söz'deki cüz'î inayete bu kadar ehemmiyet vermenin sebeb ve hikmeti nedir?" dedi çekildi. Sonra kalktım, düşündüm; dedim ki: "Isparta'ya yazdığım mektubu Sabri okumuş veya okuyor, hararetli yazışımdan bana acıyarak benden sual etmek istemiş." Her ne ise. Ben de Hulusi'den sonra birinci muhatabım olan Sabri'ye derim ki (Hâfız Ali de dinlesin):
Bu Onuncu Söz'deki cüz'î inayete ziyade ehemmiyet verdiğimin üç hikmeti var:
Birincisi:
Onuncu Söz'ün kıymeti tamamıyla takdir edilmemiş. Ben kendi kendime hususî, belki elli defa mütalaa etmişim ve her defasında bir zevk almışım ve okumaya ihtiyaç hissetmişim. Böyle bir risaleyi bazıları bir defa okuyup, sair ilmî risaleler gibi yeter der, bırakır. Halbuki bu risale ulûm-u imaniyedendir. Her gün ekmeğe muhtaç olduğumuz gibi, o nevi' ilme her vakit ihtiyaç var. Bu risaleye nazar-ı dikkati ehemmiyetle celbetmeyi ruhum arzu ediyordu. Lâkin, elimden bir şey gelmezdi. Cenab-ı Hak merhametinden bir işaret verdi. O işaret ne kadar gizli ise, benim o ciddî arzuma mutabık geldiğinden çok ehemmiyetli görünüyor.
Müzeyyene
بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪
اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Gayyur, zeki, ciddî, sıddık, hakikî kardeşlerim Hoca Sabri Efendi, Hâfız Ali!
Bu Cuma günü gündüz, rahatsızlığımdan dolayı biraz yatmıştım. Rü'yaya benzer, fakat rü'ya değil; hayalen gördüm ki: Sabri karşıma çıktı, arkasında Hâfız Ali. Sabri bana diyor: "Üstadım! İnayat-ı Seb'a namıyla beyan edilen büyük inayetler varken, Onuncu Söz'deki cüz'î inayete bu kadar ehemmiyet vermenin sebeb ve hikmeti nedir?" dedi çekildi. Sonra kalktım, düşündüm; dedim ki: "Isparta'ya yazdığım mektubu Sabri okumuş veya okuyor, hararetli yazışımdan bana acıyarak benden sual etmek istemiş." Her ne ise. Ben de Hulusi'den sonra birinci muhatabım olan Sabri'ye derim ki (Hâfız Ali de dinlesin):
Bu Onuncu Söz'deki cüz'î inayete ziyade ehemmiyet verdiğimin üç hikmeti var:
Birincisi:
Onuncu Söz'ün kıymeti tamamıyla takdir edilmemiş. Ben kendi kendime hususî, belki elli defa mütalaa etmişim ve her defasında bir zevk almışım ve okumaya ihtiyaç hissetmişim. Böyle bir risaleyi bazıları bir defa okuyup, sair ilmî risaleler gibi yeter der, bırakır. Halbuki bu risale ulûm-u imaniyedendir. Her gün ekmeğe muhtaç olduğumuz gibi, o nevi' ilme her vakit ihtiyaç var. Bu risaleye nazar-ı dikkati ehemmiyetle celbetmeyi ruhum arzu ediyordu. Lâkin, elimden bir şey gelmezdi. Cenab-ı Hak merhametinden bir işaret verdi. O işaret ne kadar gizli ise, benim o ciddî arzuma mutabık geldiğinden çok ehemmiyetli görünüyor.
Yükleniyor...