Hülâsa: Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın ahkâm-ı bî-nazirinden olan şu Risale-i İstiaze-yi Furkaniyeyi mütalaamda, derya-yı hakaikte sermest-i hayran kalarak kemal-i aşkla dedim: Yâ Rab, şu Kitab-ı Mübin'in infaz-ı ahkâmını teshil ü teysir ve dellâl-ı Kur'anı da âmâl ü makasıdında muvaffak ve cemi' ihvanımla beraber bu kemter kulunu da, hulûl-i ecelime değin, Kitab-ı Mübin'e hâdim buyur, duasıyla arîza-i âciziyeye hâtime veririm.

Sabri

* * *


(Hâfız Ali'nin fıkrasıdır)

Sevgili Üstadım!

Bu defa irsaline inayet buyurulan Hikmet-ül İstiaze'nin İkinci Kısmını aldım. Sekizinci İşarette isbat edilip gösterilen hak ve hakikat, dalalet vâdilerinde uçan serseri mudıllerin yollarını pek vâzıh tenvir ile, onlara hem kendilerinin ne yaptıklarını, hem cadde-i hakikatı göstermekle îcazıyla azîm bir mes'ele tahlil buyuruluyor.

Dokuzuncu İşaret'te ise, bütün ehl-i iman ve bilhâssa risale-i envâr ile hilkat-i insaniyenin gaye-i hakikîsini anlamaya çalışan talebeleriniz, ruhen istikbale gittikçe, bu mes'ele pek geniş bir daire olarak, Hazret-i Âdem'den beri bütün Peygamberan-ı İzam hazeratının ehl-i dalalete karşı mağlubiyeti ve feci' hâdiseler çok düşündürüyor ve kalbi zedeliyordu.

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ى

O geniş daire öyle tenvir ediliyor ki; içinde Üstad'dan, Fahr-ül Mürselîn'den, Hazret-i Âdem'e kadar müşkilât, hak ve hakikat kılıncıyla fethedilip, akıl ve kalb "sadakte ve bilhakkı natakte" diye tasdik ediyorlar.

Onuncu İşaret'i yazarken elimden kalemi bırakarak hazırûna okudum. İçinde temsilin misal değil, hakikat olduğunu ve böyle bir hakikatı, ism-i Hakîm ve ism-i Nur ve ism-i Bedî'in cilvesiyle görüleceğini derkettim ve hayalen tatbikine çıktım. Pek doğru bir esas olduğunu anladım, Cenab-ı Hakk'a şükrettim.

Onbirinci İşarette gösterilen zecr-i Kur'anî, kâinat tarlasının mahsulü, makinesinin mensucatı insan nev'i olduğu ve umum mevcudat semeratıyla o nev'e hizmet ettiklerinden insan hodgâmlığıyla, bedbînliğiyle o azîm gaye-i dünyayı hiçe indirmesiyle, büyük

Yükleniyor...