görülmüşmüdür? Yüzündeki fesahat ve özündeki beleğat ve sendeki halavet başka eserlerde görülmüyor. Ehil ve erbabına malum olduğu üzere, ayat-ı beyyinat-ı ilahiyyenin türlü kıraat ile hikmet ve hakikat ve marifet ilimleri ve daha bir çok rumûz ve esrar ve işarât ve ulum-u arabiyeyi hamil olduğu gibi; sende dahi bir çok yücelikler sahife ve satırlarında talebelerini hayret ve dehşetlere düşüren bir çok esrar ve ledüniyyat taşıyorsun. İşte bu halin, senin bir mu’cizeyi Kur’âniye olduğunu ispat ediyor. Öyle yazılmış ve öyle dizilmişsinki; insanın baktıkça bakacağı, okudukça okuyacağı geliyor. En âlî bir taleben senden feyiz ve ilim ve irfan aşkını aldığı gibi; en avam bir talebende, yine senden ders duygusunu alıyor. Sen ne büyük bir eser, ne tatlı bir kevsersin!. Bu halin Türkçemize büyük bir kıymet ve tükenmez bir meziyet bahşediyor. Senin ulviyet ve kerametin Türk dilini bütün diller içinde yükseltiyor. Kur’ân’dan maada hiç bir kitaba ve hiç bir kavmin lisanına sığmayan bu kadar yüksek asalet ve fesahati, seninle dilimizde görüyoruz. Fesahat ve belağatin son haddine çıktığı bir devirde Kur’ân-ı Kerim’in nâzil olmaya başlamasıyla; Kur’ân nuru karşısında üdeba ve büleğanın kıymetten düşüp sönen âsarı gibi; Seninde o hudutsuz ve nihayetsiz ve emansız fesahat ve belağatın hütebayı hayretlere düşürmüştür. Sen bir şiir destanı değilsin.. Fakat o kadar fasih ve beliğ ve edalı ve sadalı ve nağmeli yazılmış ve bütün harflerin birbirine dayanarak, kelime ve kelamların, siyak ve sibak, intizam ve insicam ile dizilmiş ve bunlar birbirine o kadar kuvvet ve kudret ve metanet vermiş ki; mensur ve türkî ibareli olduğun halde, yine mislin getirilemez . Senin gibi parlak bir eser bir daha kimseye nasib olamaz. ıslamiyet güneşinin doğuşundan ta on dört asır sonra, senin gibi ulvî ve ilahî ve arşî bir nurun tekrar ve yeniden, bahusus bu son asırda hem Türk ilinde ve hem de Türk dilinde doğması acaba kimin hatır ve hayalinden geçerdi.Bu ne büyük nimet bizlere.. Ve bu asır halkı için ne bahtiyarlık Ya Rabbi !.

Türkçemiz seninle iftihar edip dolmakta, kabarıp şişmekte ve her lisan üstüne bağdaş kurup oturmaktadır. Garp dillerinin her birisine tercüme ve nakil olunan Mevlana Camî ve Mevlana Celaleddinin ve Hazret-i Misrî ve Bedreddinlerin âsar-ı mübarekeleri sana bakıp: “Barekellah zehi-saadet sana ey Risale-i Nur! Hepimize baş tacı oldun”diye tebrik ve tehniyelerini sunmaya ve ruy-i zeminin insanla beraber bütün zihayat mahlukatı dahi seni kabule hazırlanıyorlar. Hatta çekirge ve arı ve serçe kuşu gibi bir kısım hayvanat dahi senin bu sözlerin ve nurun okunurken pervane gibi etrafında dolaşıp, sana olan incizablarını ve nurundan ve sözlerinden ferahnâk ve zevk-yab olduklarını ve başlarını başlarımıza çarpmakla, güya bize anlatmak istemeleri ne kadar garibtir.

Yükleniyor...