yerde küçük bir tarla gibi bir yer vardı. Bir çok defalar Hazret-i Üstâd oracıkta durur, biraz istirahat eder, sonra kalkar giderlerdi. Bilâhare tam o mevkiden, Barla gölünden Isparta ovasına su veren tesisler yapıldı.”

Bu hatırayı şahsen Bayram Abiden dinledim ve kendi hatıra dosyamda saklıyorum. A.B.)

Benim bir hatıram: (Abdülkadir Badıllı)

1955 yılı içerisindeydi, Urfa’da; gelen lâhika mektuplarını çoğaltmak, bir çok yerlere göndermek hizmetini biz hep elle yazıp çoğaltıyorduk. Bir teksir makinesi zaruri hale gelmişti. Bunu düşündük, Abdullah Ağabeyle konuştuk. Nihayet benim annemden kalan kırk elli kadar koyunum köyde bir ortağım da vardı. Bunların hepsini sattım. Binbeşyüz otuz küsur lira tutmuştu. Bu parayı yanıma alarak teksir makinesini almak üzere, evvelâ Isparta’ya Hazret-i Üstâd’a uğrayıp, oradan da İstanbul’a teksir makinesi için yola çıktım. Isparta’ya vardım. O günü hazret-i Üstâd’ın Barla’da olduğunu söylediler. Günlerden pazar günü idi. Eğridir’e gittim, Barla’ya hiç bir vasıta yoktur dediler. O sıralar Barla’nın yeni yolu yoktu. Göl kenarından takib eden ve ancak jiblerin gidebildiği ufak bir patika yolu ile, bir de denizden kayıkla gidilirdi. Ben Çilingir Ali Ağabeye dedim: Mutlaka Barla’ya gitmeliyim. O zat, (Allah rahmet eylesin) dışarı çıktı. Bir motorlu kayık hususî kiralıyarak beni bindirdi. Barla’ya vardım. Vakit ikindi ile akşam arası idi. Dış kapıda Zübeyr Ağabey beni karşıladı. “Üstâdımız şu anda Sıddık Süleyman’a ders veriyor” dedi. Güneş batmak üzereydi. Ders bitti. Hazret-i Üstâd abdest almaya başladı. Hüsnü Bayramoğlu ağabey eline su döküyordu.

Bu arada Zübeyr Ağabey: “Üstâd’ımız bugün biraz hiddetlidir, sert bir şey söylerse, gücenmeyin.” dedi. Üstâd abdestini almış, havlu ile yüzünü elini siliyordu. Ayakta idi. Zübeyr Ağabeyle birlikte yanına gittik. Elini öpmek istedim. Abdest suyu ile ıslanmış olan havluyu bana uzattı, ben de o havluyu öptüm ve yüzüme sürdüm.

Üstâd hiddetliydi, “Neye geldin?” dedi. Ben Efendim, sadece sizin için gelmedim. İstanbul’a bir teksir makinesi almak için gidiyordum da, uğradım dedim.

Hazret-i Üstâd, sanki kendi eliyle cebimdeki parayı saymış gibi: “Sen bin beşyüz lira fedakârlık yapmışsın ama, Risale-i Nur’un sıhhatine çok dikkat etmek lâzımdır” dedi.

O gece orada kaldım. Kendi yorganını ve küçücük bir kabtaki artan yemeğini bana gönderdi, lütfetti. Sabahleyin Hazret-i Üstâd çok neşeliydi. Sabah dersinden sonra çok neş’eli sohbet etti. Böylece ayrıldım, İstanbul’a gittim.

Yükleniyor...