Hem meselâ: “Dünyanın, Cenab-ı Hakkın yanında bir sinek kanadı kadar kıymeti olsa idi, kâfirler bir yudum suyu ondan içmiyecek idiler” meâlindeki
Hadîs-i şerifin hakikatı şudur ki: tâbiri, âlem-i bekadan demektir. Evet, âlem-i bekadan bir sinek kanadı kadar bir nur, madem ebedidir..yeryüzünü dolduran muvakkat bir nurdan daha çoktur. Demek koca dünyayı bir sinek kanadı ile muvazene değil, belki herkesin kısacık ömrüne yerleşen hususî dünyasını âlem-i bekadan bir sinek kanadı kadar daimî bir feyz-i ılâhîye ve bir ihsan-ı ılâhîye muvazeneye gelmediği demektir. Hem dünyanın iki yüzü var; belki üç yüzü var.
Biri: Cenab-ı Hakkın esmâsının âyineleridir. Diğeri: Âhirete bakar, âhiret tarlasıdır. Diğeri: Fenâya, ademe bakar, bildiğimiz marzi-i ılâhî olmıyan ehl-i dalâletin dünyasıdır. Demek Esmâ-i Hüsnanın âyineleri ve Mektubat-ı Samedaniye ve Âhiretin mezraası olan koca dünya değil, belki ahirete zıt ve bütün hatiâtın menşei ve beliyatın menbaı olan dünyaperestlerin dünyâsının, Âlem-i Âhirette ehl-i îmâna verilen sermedî bir zerresine değmediğine işarettir. İşte en doğru ve ciddî şu hakikat nerede? ınsafsız ehl-i ilhadın fehmettikleri mânâ nerede? O insafsız ehl-i ilhâdın en mübalağa, en mücazefe zannettikleri mânâ nerede?
Risale-i Nurda beyan edildiği gibi: mecaz ve teşbihler, mürûr-u zamanla hakikata inkılâb eder.
Meselâ: Sevr ve Hut, (hamele-i arş melâikeleri gibi) Küre-i Arza nezaret eden iki melâikenin ismidir. Küre-i Arzın imareti ve maişet-i beşeriye, en ziyade balıkla öküz olması münasebetiyle bir mecaz olarak arza nezaret eden o iki melâikeye Sevr ve Hut ismi verilmiş. Koca bir balık ve bir öküz tevehhüm edilmesinin Hadîsle hiçbir münasebeti yoktur.
İkincisi: Risale-i Nur, muterizlerin şüphelerini zikretmeden öyle bir tarzda hakikatı beyan ediyor ki: şüpheler ve vehimlerin zihne gelmesi ihtimali kalmaz. Bir kısım ulema-i Mütekellimîn gibi, muarızın şüphesini zikrettikten sonra, cevap vermek zararlı oluyor. şüpheler zihinlerde iz bırakıyor. Ne kadar kat’î cevap da verilse, nefs ve şeytan o izlerden istifade etmesi cihetiyle; Risale-i Nur, o meslekte gitmemiş. Hiç zarar vermeden kat’î cevap verir. Daha vehmin vücudunun imkânı kalmaz. Yalnız bir iki risale, şeytanın bazı şüphelerini yazmış, fakat o derece kat’î reddetmiş ki: şeytan olmasa idi, müslüman olacaktı.
Hatta mucizat-ı Kur’âniyede zikredilen ve herbiri birer lem’a-i i’caz gösteren yüzer Âyât, medar-ı itiraz olmuş ayetlerdir. Halbuki, onları okuyanlarda değil şüphe, hiç bir vesvese ve vehim de hatıra gelmez.
Hadîs-i şerifin hakikatı şudur ki: tâbiri, âlem-i bekadan demektir. Evet, âlem-i bekadan bir sinek kanadı kadar bir nur, madem ebedidir..yeryüzünü dolduran muvakkat bir nurdan daha çoktur. Demek koca dünyayı bir sinek kanadı ile muvazene değil, belki herkesin kısacık ömrüne yerleşen hususî dünyasını âlem-i bekadan bir sinek kanadı kadar daimî bir feyz-i ılâhîye ve bir ihsan-ı ılâhîye muvazeneye gelmediği demektir. Hem dünyanın iki yüzü var; belki üç yüzü var.
Biri: Cenab-ı Hakkın esmâsının âyineleridir. Diğeri: Âhirete bakar, âhiret tarlasıdır. Diğeri: Fenâya, ademe bakar, bildiğimiz marzi-i ılâhî olmıyan ehl-i dalâletin dünyasıdır. Demek Esmâ-i Hüsnanın âyineleri ve Mektubat-ı Samedaniye ve Âhiretin mezraası olan koca dünya değil, belki ahirete zıt ve bütün hatiâtın menşei ve beliyatın menbaı olan dünyaperestlerin dünyâsının, Âlem-i Âhirette ehl-i îmâna verilen sermedî bir zerresine değmediğine işarettir. İşte en doğru ve ciddî şu hakikat nerede? ınsafsız ehl-i ilhadın fehmettikleri mânâ nerede? O insafsız ehl-i ilhâdın en mübalağa, en mücazefe zannettikleri mânâ nerede?
Risale-i Nurda beyan edildiği gibi: mecaz ve teşbihler, mürûr-u zamanla hakikata inkılâb eder.
Meselâ: Sevr ve Hut, (hamele-i arş melâikeleri gibi) Küre-i Arza nezaret eden iki melâikenin ismidir. Küre-i Arzın imareti ve maişet-i beşeriye, en ziyade balıkla öküz olması münasebetiyle bir mecaz olarak arza nezaret eden o iki melâikeye Sevr ve Hut ismi verilmiş. Koca bir balık ve bir öküz tevehhüm edilmesinin Hadîsle hiçbir münasebeti yoktur.
İkincisi: Risale-i Nur, muterizlerin şüphelerini zikretmeden öyle bir tarzda hakikatı beyan ediyor ki: şüpheler ve vehimlerin zihne gelmesi ihtimali kalmaz. Bir kısım ulema-i Mütekellimîn gibi, muarızın şüphesini zikrettikten sonra, cevap vermek zararlı oluyor. şüpheler zihinlerde iz bırakıyor. Ne kadar kat’î cevap da verilse, nefs ve şeytan o izlerden istifade etmesi cihetiyle; Risale-i Nur, o meslekte gitmemiş. Hiç zarar vermeden kat’î cevap verir. Daha vehmin vücudunun imkânı kalmaz. Yalnız bir iki risale, şeytanın bazı şüphelerini yazmış, fakat o derece kat’î reddetmiş ki: şeytan olmasa idi, müslüman olacaktı.
Hatta mucizat-ı Kur’âniyede zikredilen ve herbiri birer lem’a-i i’caz gösteren yüzer Âyât, medar-ı itiraz olmuş ayetlerdir. Halbuki, onları okuyanlarda değil şüphe, hiç bir vesvese ve vehim de hatıra gelmez.
Yükleniyor...