ufak bir köşesini göstermeye çalışarak tafsilâtından sarf-ı nazar edeceğiz. şöyle ki:

Risale-i Nur talebeleri camiasında bir çok büyük şahsiyetler, edipler, âlimler olduğu gibi; meşrepleri, istidatları ayrı ayrı ehl-i kalb velîler de vardır. Elbette her birisinin istidadına göre mahsus bir meşrebi ve hizmet anlayışı da berabercedir. Bir de bütün bunların içinde ve hepsinin fevkide üstünde Hz.Üstâd Bediüzzaman Said-i Nursi de vardır. Ebette onun da, Risale-i Nur’un hizmet-i Kur’âniyesi için sevk ve idare hususunda hâs bir tarzı ve mahsus bir meşrebi olacaktır ve vardır. Elbette akılca, ilimce, velayetçe, kârihaca, anlayışça, idrakça, ihlâsça mutlaka Hazret-i Bediüzzaman derece-i kemâlde olacaktır ve hayatıyla bunu göstermiştir. Lâkin diğer yüksek şahsiyetli âlim ve edip ve velî Nur talebeleri, tek tek her birisi şahsen bu derece-i kemâle sahip olamadıkları için, hususî meşrep ve hizmet anlayışlarının bazı eksiklikleri ve noksanlıkları olacaktır. Böyle olunca da, elbette hizmetin sevk ve idaresi noktasından bazı kusurlara menşe olabilirler. Öyle olunca, da Nur camiasının umumî ahengi o gibi arızalarla bazı sadmeler geçirebilir. Vesaire!..

İşte Hazret-i Üstâd. kanaatımızca bu hakikata işaret etmek istemiş olacaktır ki, yanındaki hâs hizmetkâr ve kâtiplerinden kendi tarzının muhafazasını istemiş ve arzulamıştır.

1948’de Afyon hapsinde, Hazret-i Üstâd her ne kadar Nur talebelerinden yek-vücud bir şahs-ı manevînin inkişafı ile bu tarz hizmetin tezahürünü istemiş, beklemiş, arzu etmiş.. ve bilfiil bir üçüncü Said haletiyle, her şeyi talebelerine bırakarak çekilmek ve bütün bütün -Mevlânâ Celâleddin-i Rumi’nin dediği gibi: “ender fena-i mutlak zevk-i beka çeşiden” ehl-i ahiret olmak istemişse de: Lâkin arzu ettiği ve beklediği o kâmil olan şahs-ı manevi tam tezahür etmediğini görünce de, kendi manevî ve ruhanî âleminde o haleti yaşamakla birlikte; maddi âleminde Üçüncü Said’in o haletini uygulamaya imkân bulamamıştır. Hatta 1951 ve sonra 1953’de Isparta’ya iki defa gittiklerinde, madde âleminde Üçüncü Said haletinin zemini henüz tekevvün etmediğini bazı hadiselerle çok yakından bir kere daha müşahede etmiş ve ona düşen vazifenin yükünü kaldıracak ve yüklenecek zatların henüz tam teşekkül etmediğinden, kendi vazifesinin başında ve tarz-ı hizmetinde devam etmek zaruretini duymuştur.

Üstâd’IN BARLA’YI ZİYARETİ

Hazret-i Üstâd 1953 veya 54(*) Barla’yı ondokuz sene sonra ilk olarak ziyaret ettiği tarihin, gün olarak hangi tarihe rastladığı hakkında kesin bir bilgi mevcud değildir. Fakat eğer 1953 te olmuşsa herhalde, Isparta’ya gittiği


Yükleniyor...