hem ispat etmişim ki; değil dini siyasete alet yapmak. belki bir tek hakikat-ı imaniyeyi dünya saltanatına değiştirmediğimi kat’î delillerle ispat ettiğim halde; böyle yirmi vecihle hakikata muhalif ve divanecesine, büyük makamları işgal eden bir kısım adliye memurları ve siyasî adamlar bu acib hurafe gibi mes’eleyi hakikat zannedip yirmisekiz sene bana zulmettiklerinin hakiki sebebini bu günlerde bildim. Sebebi bu ki:
(23) Emirdağ-2 Müntehap dosya sıra no: 73.
Bu enaniyetli zamandaki hizmet-i imaniyede en büyük tehlike ve manevî en büyük suçum ve cinayetim; bu zamanda hizmet-i Kur’âniyemi şahsıma ait maddî ve manevî terakkiyatıma ve kemalâtıma alet yapmak imiş... Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükrediyorum ki, bu uzun zamanlarda ihtiyarım haricinde hizmet-i imaniyemi, değil maddî ve manevî terakkiyatıma ve kemalâtıma ve azaptan ve cehennemden kurtulmama ve hatta saadet-i ebediyeme vesile yapmama, belki hiç bir maksada kat’iyen alet etmemekliğime gayet kuvvetli manevî mani’ görüyordum. Hayret, hayret içinde kalıyordum.
Acaba herkesin hoşlandığı manevî makamatı ve uhrevî saadetleri a’mal-i saliha ile onları kazanmak ve müteveccih olmak; hem meşru’, hem hiç bir cihet-i zararı olmadığı halde, ne için böyle ruhen men’ediliyorum?. Rızay-ı ilâhiden başka vazife-i fıtriye-i ilmiyenin sevkiyle, yalnız ve yalnız imânâ hizmetin kendisi aynı ücret bana gösterilmiş?. Çünki şimdi bu zamanda hiçbir şeye alet ve tabi’ olmıyan ve her gayenin fevkinde olan hakaik-i imaniyeyi fıtrî ubudiyet ile muhtaçlara te’sirli bir surette bildirmenin bu dehşetli zamanda çare-i yegânesi; ve imanı kurtaracak ve kat’î kanaat verecek bir tarzda, yani hiç bir şeye âlet olmıyan bir ders-i Kur’ânî lâzımdır ki; küfr-ü mutlakı ve mütemerrid ve inatçı dalâleti kırsın ve herkese kanaât-ı kat’iye verebilsin. Böyle bir derse, bu zamanda bu şerâit dahilinde, hiç bir şahsî ve uhrevî ve dünyevî, maddî ve manevî bir şeye âlet edilmediğini bilmekle, kat’î kanaat gelebilir. Yoksa komitecilikten ve cem’iyetçilikten tevellüd eden dehşetli dinsizlik şahsiyet-i maneviyesine karşı mukabil çıkan bir şahsın en büyük bir mertebe-i maneviyesi de bulunsa, yine vesveseleri bütün bütün izale edemez, çünki imânâ girmek isteyen muannidin nefsi ve enesi diyebilir ki; “Bu kudsî şahıs dehasıyla ve harika makamıyla bizi kandırdı” diye bir şüphesi kalır.
Cenab-ı Hakk’a şükür ki; yirmi sekiz sene, dini siyasete alet ittihamı altında kader-i ilâhî bu zulm-ü beşerîde benim ruhumu ihtiyarım haricinde, dini hiç bir şahsî şeyde alet etmemek için beni beşerin zalimane eliyle ayn-ı adalet olarak tokadlıyor.. Yani: “Sakın, sakın!” diye îkaz ediyor; “ıman hakikatını kendi şahsına alet yapma, ta imânâ muhtaç olânlar
(23) Emirdağ-2 Müntehap dosya sıra no: 73.
Bu enaniyetli zamandaki hizmet-i imaniyede en büyük tehlike ve manevî en büyük suçum ve cinayetim; bu zamanda hizmet-i Kur’âniyemi şahsıma ait maddî ve manevî terakkiyatıma ve kemalâtıma alet yapmak imiş... Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükrediyorum ki, bu uzun zamanlarda ihtiyarım haricinde hizmet-i imaniyemi, değil maddî ve manevî terakkiyatıma ve kemalâtıma ve azaptan ve cehennemden kurtulmama ve hatta saadet-i ebediyeme vesile yapmama, belki hiç bir maksada kat’iyen alet etmemekliğime gayet kuvvetli manevî mani’ görüyordum. Hayret, hayret içinde kalıyordum.
Acaba herkesin hoşlandığı manevî makamatı ve uhrevî saadetleri a’mal-i saliha ile onları kazanmak ve müteveccih olmak; hem meşru’, hem hiç bir cihet-i zararı olmadığı halde, ne için böyle ruhen men’ediliyorum?. Rızay-ı ilâhiden başka vazife-i fıtriye-i ilmiyenin sevkiyle, yalnız ve yalnız imânâ hizmetin kendisi aynı ücret bana gösterilmiş?. Çünki şimdi bu zamanda hiçbir şeye alet ve tabi’ olmıyan ve her gayenin fevkinde olan hakaik-i imaniyeyi fıtrî ubudiyet ile muhtaçlara te’sirli bir surette bildirmenin bu dehşetli zamanda çare-i yegânesi; ve imanı kurtaracak ve kat’î kanaat verecek bir tarzda, yani hiç bir şeye âlet olmıyan bir ders-i Kur’ânî lâzımdır ki; küfr-ü mutlakı ve mütemerrid ve inatçı dalâleti kırsın ve herkese kanaât-ı kat’iye verebilsin. Böyle bir derse, bu zamanda bu şerâit dahilinde, hiç bir şahsî ve uhrevî ve dünyevî, maddî ve manevî bir şeye âlet edilmediğini bilmekle, kat’î kanaat gelebilir. Yoksa komitecilikten ve cem’iyetçilikten tevellüd eden dehşetli dinsizlik şahsiyet-i maneviyesine karşı mukabil çıkan bir şahsın en büyük bir mertebe-i maneviyesi de bulunsa, yine vesveseleri bütün bütün izale edemez, çünki imânâ girmek isteyen muannidin nefsi ve enesi diyebilir ki; “Bu kudsî şahıs dehasıyla ve harika makamıyla bizi kandırdı” diye bir şüphesi kalır.
Cenab-ı Hakk’a şükür ki; yirmi sekiz sene, dini siyasete alet ittihamı altında kader-i ilâhî bu zulm-ü beşerîde benim ruhumu ihtiyarım haricinde, dini hiç bir şahsî şeyde alet etmemek için beni beşerin zalimane eliyle ayn-ı adalet olarak tokadlıyor.. Yani: “Sakın, sakın!” diye îkaz ediyor; “ıman hakikatını kendi şahsına alet yapma, ta imânâ muhtaç olânlar
Yükleniyor...