komitesiyle, şimdi onlara iltihak eden komünist komitesinden bir kısmı, ehemmiyetli resmî makamları elde ederek karşıma çıkıyorlar.
Kahraman bir milletin ebedî bir medar-ı şerefi, Kur’ân ve cihad hizmetinde dünyada bir pırlanta gibi pek büyük bir nişanı ve antika bir yadigârı olan Ayasofya’yı puthaneye ve Meşihat dairesini kızların lisesine çeviren bir adamı sevmemenin bir suç olmasına imkân var mıdır?”
“2/12/1948 tarihli teşekkürnamesinde, ehl-i vukuflara üç noktadan teşekkür ettiğini... Fakat “Dine ve Terbiye-i Muhammediyeye zehir diyen Saraçoğlu’nu bırakıp, hakikat-ı Kur’âniyeyi güneş gibi gösteren SıRACİN NUR(143) ile münakaşa etmek, onun müsaderesine yardım etmek, demek olduğunu beyan ediyorum” denmektedir”
Bir düşünelim, acaba bir adliye mahkemesinde, aylardan beri zulmen hapsedilmiş, hapiste ondört ay tek başına kimseyle görüştürülmemek üzere bir tecrid-i mutlakta durdurulmuş, bunun yanında ona su-i kasd için bir kaç defa zehir verdirilmiş bir din âliminin bu müdafaalarında benzeri ifadeler, hem de hakikat ve vaki’ olarak beyanlarının hangi suretle onu suçlu şekilde kaydedilebilir ve gösterilebilirdi?..
Gerçekten de, 1934’de İnönü’nün bir önergesiyle, hiç bir sebeb zahirde yokken ve durup dururken, gizli ecnebî baskısı neticesi olsa gerek ; Sultan
(143) Sirac-ün Nur eseri Osmanlıca olarak teksirle çoğaltılmış, içinde on üç adet çeşitli imani ve içtimaî risaleleri ihtiva eden bir mecmuanın ismidir. A.B.
Mehmed Fâtih’in yadigârı olan beşyüz senelik muazzam bir İslâm ma’bedini kapattırarak, putlarla dolduran bir insanın sevgisi nasıl kalblere yerleşecekti?.. Ayrıca Hazret-i Bediüzzaman’ın o müdafaalarını söylediği zaman henüz Atatürk hakkında bir koruma kanunu da mevcud değildi.
Hem yine Hazret-i Üstâd’ın dediği gibi, C.H.P iktidarı döneminde Şükrü Kaya, Şükrü Saraçoğlu, Hasan Ali Yücel gibi adamlar hükûmet kabinesinde büyük makamlar işgal etmemişler mi idi? Ve alenî şekilde dine düşmanlık namına Kur’ân ve din aleyhinde menhus beyanatları ve fiiliyatları sâdır olmamış mı idi?..
İşte bir kanun ve adliye mahkemesinin hâkimlerinin keyfi ve kanunsuz olan kararnamelerinde yazılan maddelerin, bilhassa o sıra için hiç bir suç olmadığı halde, verdikleri karar ve serdettikleri gerekçelerini gördünüz. Acaba Bediüzzaman Hazretleri, -Kararda gösterildiği şekilde- haşa, Kürtlük fikir ve akidesini ne zaman, nerede ve nasıl yaşamış ve yaymıştı?.. Bu iddianın hangi delil ve hücceti mevcuttu?.. “Kanında Kürtlük kaynıyan.:” diyor. Bu söz bir adliye mahkemesinin lisanında nasıl gezebilirdi?.. Buna ehl-i vicdan hükmetsin!..
Kahraman bir milletin ebedî bir medar-ı şerefi, Kur’ân ve cihad hizmetinde dünyada bir pırlanta gibi pek büyük bir nişanı ve antika bir yadigârı olan Ayasofya’yı puthaneye ve Meşihat dairesini kızların lisesine çeviren bir adamı sevmemenin bir suç olmasına imkân var mıdır?”
“2/12/1948 tarihli teşekkürnamesinde, ehl-i vukuflara üç noktadan teşekkür ettiğini... Fakat “Dine ve Terbiye-i Muhammediyeye zehir diyen Saraçoğlu’nu bırakıp, hakikat-ı Kur’âniyeyi güneş gibi gösteren SıRACİN NUR(143) ile münakaşa etmek, onun müsaderesine yardım etmek, demek olduğunu beyan ediyorum” denmektedir”
Bir düşünelim, acaba bir adliye mahkemesinde, aylardan beri zulmen hapsedilmiş, hapiste ondört ay tek başına kimseyle görüştürülmemek üzere bir tecrid-i mutlakta durdurulmuş, bunun yanında ona su-i kasd için bir kaç defa zehir verdirilmiş bir din âliminin bu müdafaalarında benzeri ifadeler, hem de hakikat ve vaki’ olarak beyanlarının hangi suretle onu suçlu şekilde kaydedilebilir ve gösterilebilirdi?..
Gerçekten de, 1934’de İnönü’nün bir önergesiyle, hiç bir sebeb zahirde yokken ve durup dururken, gizli ecnebî baskısı neticesi olsa gerek ; Sultan
(143) Sirac-ün Nur eseri Osmanlıca olarak teksirle çoğaltılmış, içinde on üç adet çeşitli imani ve içtimaî risaleleri ihtiva eden bir mecmuanın ismidir. A.B.
Mehmed Fâtih’in yadigârı olan beşyüz senelik muazzam bir İslâm ma’bedini kapattırarak, putlarla dolduran bir insanın sevgisi nasıl kalblere yerleşecekti?.. Ayrıca Hazret-i Bediüzzaman’ın o müdafaalarını söylediği zaman henüz Atatürk hakkında bir koruma kanunu da mevcud değildi.
Hem yine Hazret-i Üstâd’ın dediği gibi, C.H.P iktidarı döneminde Şükrü Kaya, Şükrü Saraçoğlu, Hasan Ali Yücel gibi adamlar hükûmet kabinesinde büyük makamlar işgal etmemişler mi idi? Ve alenî şekilde dine düşmanlık namına Kur’ân ve din aleyhinde menhus beyanatları ve fiiliyatları sâdır olmamış mı idi?..
İşte bir kanun ve adliye mahkemesinin hâkimlerinin keyfi ve kanunsuz olan kararnamelerinde yazılan maddelerin, bilhassa o sıra için hiç bir suç olmadığı halde, verdikleri karar ve serdettikleri gerekçelerini gördünüz. Acaba Bediüzzaman Hazretleri, -Kararda gösterildiği şekilde- haşa, Kürtlük fikir ve akidesini ne zaman, nerede ve nasıl yaşamış ve yaymıştı?.. Bu iddianın hangi delil ve hücceti mevcuttu?.. “Kanında Kürtlük kaynıyan.:” diyor. Bu söz bir adliye mahkemesinin lisanında nasıl gezebilirdi?.. Buna ehl-i vicdan hükmetsin!..
Yükleniyor...