Yukarda sıraladığımız, sebebi meçhul istifhamlardan birisi için, çok kuvvetli karineler işaretiyle diyebiliriz ki: Üstâd’ın Eskişehir mahkemesine Kendisini ve davasını mudafaa eden herhangi bir avukat girmiş değildir. Çünki buna dair hiç bir emare ve ifade yoktur.
{Ancak Milaslı ıbrahim Halil Çulluoğlunun hatırasında . “Bir- ıki Kişi,kedilerini kurtarmak için Avukat tuttularsada , hiç bir fayda vermedi diyor. (Bkz. Son. Sahitler-4 Sh. 116-127)}
Hem de Bediüzzaman’ın müdafaalarından başka, -talebelerinin mahkeme zabıtlarına geçen ufak-tefek cevablarından gayri- bir müdafaaları da varid olmamıştır. Buna göre, Hazret-i Bediüzzaman hem kendi şahsının, hem davası olan ıman ve Kur’ân hakikatlarının, hem kitapları olan umum risalelerin, hem de beraberinde hapse konulan yüzyirmi ma’sum talebelerinin; daha doğrusu Âlem-i İslâm namına Kur’ân’ın, imanın ve İslâm’ın hem müdafii, hem avukatı, hem müşkillerinin hall edicisi, hem ilmî ve muğlak suallerin ve yanlış anlşılabilen dinî mes’elelerin cevablayıcısı.. Hem cumhuriyet ve demokresi prensiblerinin ve hukuk devleti biçiminin gerçek manada vassafı, şârihi olarak; tek başına -fakat çok ağır şartlar ve müşkilât içerisinde- müdafaalarda bulunmuştur. Bunun yanında, beraberinde hapsedilmiş olan umum talebelerinin şahsî hukuklarının müdafiliğini de deruhde ederek, Eskişehir mahkemesi şahsında, tüm dünyaya karşı hakikatları ilân etmiş ve haykırmıştır.
Evet, Hazret-i Bediüzzaman’ın Eskişehir Ağır ceza mahkemesinde ve Temyiz Mahkemesine gönderdiği temyiz lâyihası ve tashih-i i’lâm layihalarında
yaptığı müdafaalarını gören her ilim adamı, her hukukçu, her içtimaiyatçı ve hakiki din âlimleri, bu dediklerimizi tasdik edeceği muhakkak olduğu gibi Bediüzzaman’a hayran kalmaması, onu takdir etmemesi mümkün değildir kanaatindeyiz. ılerde bu büyük şâheser müdafaalardan bazı parçalar dercetmek niyetindeyiz.
Yükleniyor...