olan fıkra-ı ra’na birden hatıra geldi. O hatıra ile beraber, birden şu fıkra tulu’ etti:

“Der tarik-ı acz-i mendi lazım-amed çar-ı çiz.. Fakr-ı mutlak, acz-i mutlak, şükr-û mutlak, şevk-i mutlak ey aziz”

Sonra, senin yazdığın “Bak kitab-ı kâinatın safha-i renginine..” olan rengin ve zengin şiir hatırıma geldi. O şiir ile semanın yüzündeki yıldızlara baktım. Keşki şâir olsaydım, bunu tekmil etseydim, dedim. Halbuki şiir ve nazma isti’dadım yok iken yine başladım.. Fakat nazım ve şiir yapamadım, nasıl hutur ettiyse, öyle yazdım. Benim vârisim olan sen, istersen nazma çevir, tanzim et!..”

İşte birden hatıra gelen şu:

Dinle de yıldızları, şu hutbe-i şirinine,

Nâme-i nurîn-i hikmet bak ne takrir eylemiş.

Hep beraber nutka gelmiş, hak lisaniyle derler:

“Bir Kadir-i Zülcelâl’in Haşmet-i Sultanına,

Birer burhan-ı nur-efşanız biz, Vücud-u sania,

Hem vahdete, hem kudrete şâhitleriz biz..

şu zeminin yüzünü yaldızlayan,

Nazenin mu’cizatı çün melek seyranına,

şu Semanın arza bakan, cennete dikkat eden,

Binler müdakkik gözleriz biz, (Haşiye)

Tûba-ı Hilkatten Semavat şakkına,

Hap kehkeşan ağsanına

Bir Cemil-i Zülcelal’in dest-i hikmetiyle takılmış

Pek güzel meyveleriz biz.

şu semavat ehline birir mescid-i seyyar,

Birer hâne-i devvar , birer ulvî âşiyâne..

Birer misbah-i nevvar, gemi-i cebbar,

Birer teyyareleriz biz .

Bir Kadîr-i Zülkemal’in, bir Hakîm-i Zülcemal’in;

Birer Mu’cize-i Kudret, birer harika-i san’at-ı Halikane,

Birer nadire-i hikmet, birer dâ’ye-i Hilkat,

Birer nur âlemiyiz biz

Böyle yüzbin dil ile yüzbin burhan gösteririz,

İşittiririz insan olan insana,

Kör olası dinsiz gözü, görmez oldu yüzümüzü,

Hem işitmez sözümüzü, Hak söyliyen ayetleriz biz.

Sikkemiz bir, turramız bir, Rabbimize müsebbihiz, zikrederiz abîdane..

Kehkeşanın halka-i kübrasına mensub birer meczublarız biz..”

{Mektubat, s: 19.}



Yükleniyor...