Bediüzzaman’ın Tefekkür Sistemi
Evet. Hazret-i Bediüzzaman’ın tefekkür sistemi değişiktir, ayrıdır. Müctehidler, kutuplar ve allâmelerin her birisinin de tefekkür sistemleri meşreblerine göre değişik ve ayrıdır. Kimisi, tefekkürü kalb ve enfüs dairesinde; kimisi rabıta-i mevt ve mürakabede görmüş ve yapmışlardır. Fakat Bediüzzaman Hazretleri’nin tefekkürü hem çok başka, hem de çok ileri ve küllidir. Belki denilebilir ki; Asr-ı Saadet’ten bu yana yetişen allâmeler, müctehidler, kutuplar ve imamlar arasında Bediüzzaman’ın tefekkür sistemi en küllî ve en farikalı ve en ileri safhadadır. Bundandır ki, menzilinin önündeki çınar ağacı başındaki köşkünde olduğu gibi, Çamdağı’nın zirvesindeki katran ağacının tepesinde yaptırdığı ve “Bunu İstanbul’daki Yıldız sarayına değişmem” dediği köşkünde
{ Bu köşkü hem de evinin önündeki çınar ağacı başındaki köşkünü talebesi ve sadık bahtiyar hizmetkârı Barlalı Merhum Abdullah Çavuş kendi elleriyle yapmıştır.A.B.}
ve bunlar gibi yüksek tepeler ve ağaçların başlarında hep âlemin âfakını dikkatle seyreder, kâinat sahifelerini derince mütalâa eder, tefekkür içine dalar, hikmet ayetlerini okurlardı. Risale-i Nurlar’ın imanî ve tevhidî umum risaleleri, Hazret-i Üstâd’ın bu nevi tefekkürlerinin silsilesini teşkil eder mahiyettedir. O Hazret’in tefekkür mesleğ’inde nasıl bir derece ve merhalede olduğunu anlamak ve bilmek isteyenler, onun Nur risalelerine baksınlar yeter. Bu mevzu’da fazla beyan abes olur.
Sadede dönüyoruz: Hazret-i Üstâd’ın menzili önündeki muhteşem ve muazzam olan çınar ağacından bir münasebetle, bir eserinde; Cenab-ı Hakk’ın ehadiyyet-i zatiyyesi sırrıyla bütün kâinata tasarrufunu o ağacın hayatiyet, şekil ve vaziyetinden misal verir ve ispat ederek şöyle bahseder:
“Kâinat bir şecere hükmünde olduğu için, her bir şecere kâinatın hakaikına misal olabilir. İşte biz de şu odamızın önündeki muhteşem ve muazzam çınar ağacını kâinata bir misal-i musağğar hükmünde tutup, Kâinat’ta cilve-i ehadiyyeti onun ile göstereceğiz...”
{(84) Sözler, Envar Neşriyat, s:610.}
başlıyarak mezkûr çınar ağacı lisaniyle Cenab-ı Hakk’ın ehadiyyet cilvelerini ve tek başıyla kâinatı zerreden güneşlere kadar nasıl idare ettiğini ispat ederek tahkik eder. İstiyen o risaleye müracaat edebilir.
Hazret-i Üstâd’ın, Çamdağı’ndaki köşkünde ise; daha nuranî, daha revnakdar tefekkürlerle kâinat kitabının sahifelerini mütalâaları sonucu hakk-el yakinin en bâlâ derecelerindeki imaniyla hissettiği âlî zevklerine had ve payan yoktur. Mektubat kitabının üçüncü ve dördüncü mektublarında bu yüce tefekkürlerin ve bu pek âli hislerin bir derece tercümanlığ’ı yapılmıştır. Bir iki örnek veriyoruz:
“Hamisen: Bir mektupta, buradaki hissiyatıma hissedar olmak arzusunu yazmıştın. İşte binden birini işit:
Evet. Hazret-i Bediüzzaman’ın tefekkür sistemi değişiktir, ayrıdır. Müctehidler, kutuplar ve allâmelerin her birisinin de tefekkür sistemleri meşreblerine göre değişik ve ayrıdır. Kimisi, tefekkürü kalb ve enfüs dairesinde; kimisi rabıta-i mevt ve mürakabede görmüş ve yapmışlardır. Fakat Bediüzzaman Hazretleri’nin tefekkürü hem çok başka, hem de çok ileri ve küllidir. Belki denilebilir ki; Asr-ı Saadet’ten bu yana yetişen allâmeler, müctehidler, kutuplar ve imamlar arasında Bediüzzaman’ın tefekkür sistemi en küllî ve en farikalı ve en ileri safhadadır. Bundandır ki, menzilinin önündeki çınar ağacı başındaki köşkünde olduğu gibi, Çamdağı’nın zirvesindeki katran ağacının tepesinde yaptırdığı ve “Bunu İstanbul’daki Yıldız sarayına değişmem” dediği köşkünde
{ Bu köşkü hem de evinin önündeki çınar ağacı başındaki köşkünü talebesi ve sadık bahtiyar hizmetkârı Barlalı Merhum Abdullah Çavuş kendi elleriyle yapmıştır.A.B.}
ve bunlar gibi yüksek tepeler ve ağaçların başlarında hep âlemin âfakını dikkatle seyreder, kâinat sahifelerini derince mütalâa eder, tefekkür içine dalar, hikmet ayetlerini okurlardı. Risale-i Nurlar’ın imanî ve tevhidî umum risaleleri, Hazret-i Üstâd’ın bu nevi tefekkürlerinin silsilesini teşkil eder mahiyettedir. O Hazret’in tefekkür mesleğ’inde nasıl bir derece ve merhalede olduğunu anlamak ve bilmek isteyenler, onun Nur risalelerine baksınlar yeter. Bu mevzu’da fazla beyan abes olur.
Sadede dönüyoruz: Hazret-i Üstâd’ın menzili önündeki muhteşem ve muazzam olan çınar ağacından bir münasebetle, bir eserinde; Cenab-ı Hakk’ın ehadiyyet-i zatiyyesi sırrıyla bütün kâinata tasarrufunu o ağacın hayatiyet, şekil ve vaziyetinden misal verir ve ispat ederek şöyle bahseder:
“Kâinat bir şecere hükmünde olduğu için, her bir şecere kâinatın hakaikına misal olabilir. İşte biz de şu odamızın önündeki muhteşem ve muazzam çınar ağacını kâinata bir misal-i musağğar hükmünde tutup, Kâinat’ta cilve-i ehadiyyeti onun ile göstereceğiz...”
{(84) Sözler, Envar Neşriyat, s:610.}
başlıyarak mezkûr çınar ağacı lisaniyle Cenab-ı Hakk’ın ehadiyyet cilvelerini ve tek başıyla kâinatı zerreden güneşlere kadar nasıl idare ettiğini ispat ederek tahkik eder. İstiyen o risaleye müracaat edebilir.
Hazret-i Üstâd’ın, Çamdağı’ndaki köşkünde ise; daha nuranî, daha revnakdar tefekkürlerle kâinat kitabının sahifelerini mütalâaları sonucu hakk-el yakinin en bâlâ derecelerindeki imaniyla hissettiği âlî zevklerine had ve payan yoktur. Mektubat kitabının üçüncü ve dördüncü mektublarında bu yüce tefekkürlerin ve bu pek âli hislerin bir derece tercümanlığ’ı yapılmıştır. Bir iki örnek veriyoruz:
“Hamisen: Bir mektupta, buradaki hissiyatıma hissedar olmak arzusunu yazmıştın. İşte binden birini işit:
Yükleniyor...