hem ömür gitti, hem müflis olarak kabre gidiyorum; keşki aklımı başıma alsaydım” dedirecek. Acaba bu tâifenin hamiyet-i milliyeden hissesi, az bir zamanda muvakkat bir keyf görmek için, pek uzun bir zamanda teessüfle ağlattırmak mıdır? Yoksa onların saâdet-i dünyeviyeleri ve lezzet-i hayatiyeleri, o güzel, şirin gençlik ni’metinin şükrünü vermek sûretinde, o ni’meti sefahet yolunda değil, belki istikamet yolunda sarfetmekle; o fâni gençliği, ibadetle manen ibka etmek ve o gençliğin istikametiyle Dâr-ı Saâdet’te ebedî bir gençlik kazanmakda mıdır? Zerre miktar şuurun varsa söyle!..
Elhâsıl: Eğer Türk Milleti, yalnız altıncı tâife olan gençlerden ibaret olsa ve gençlikleri daimî kalsa ve dünyadan başka yerleri bulunmasa, sizin Türkçülük perdesi altındaki firenk-meşrebane harekâtınız hamiyet-i milliyeden sayılabilirdi. Benim gibi hayat-ı dünyeviyeye az ehemmiyet veren.. ve unsuriyet fikrini, firengî illeti gibi bir maraz telâkki eden.. ve gençleri nâ-meşrû’ keyf ve hevesattan men’e çalışan.. ve başka memlekette dünyaya gelen bir adama, “O Kürddür, arkasına düşmeyiniz.” diyebilirdiniz ve demeye bir hak kazanabilirdiniz. Fakat, mâdemki Türk nâmı altında olan şu vatan evlâdı, sâbıkan beyan edildiği gibi altı kısımdır. Beş kısma zarar vermek ve keyflerini kaçırmak, yalnız bir tek kısma muvakkat ve dünyevî ve âkıbeti meş’um bir keyf vermek, belki sarhoş etmek; elbette o Türk milletine dostluk değil, düşmanlıktır. Evet, ben unsurca Türk sayılmıyorum; fakat, Türklerin ehl-i takvâ tâifesine ve musibetzedeler kısmına ve ihtiyarlar sınıfına ve çocuklar tâifesine ve zaifler ve fakirler zümresine bütün kuvvetimle ve kemâl-i iştiyakla müşfikane ve uhuvvetkârane çalışmışım ve çalışıyorum. Altıncı tâife olan gençleri dahi, hayat-ı dünyeviyesini zehirlettirecek ve ha-yat-ı uhreviyesini mahvedecek ve bir saat gûlmeye bedel, bir sene ağlamayı netice veren harekât-ı nâmeşruadan vazgeçirmek istiyorum. Yalnız bu altı-yedi sene değil, belki yirmi senedir Kur’ân’dan ahzedip Türkçe lisaniyle neşrettiğim âsar meydandadır. Evet Lillâhilhamd, Kur’ân-ı Hakîm’in mâden-i envârından iktibas edilen âsâr ile, ihtiyar tâifesinin en ziyade istedikleri nur gösteriliyor. Musibetzedelerin ve hastaların tiryak gibi en nâfî ilâçları eczahane-i kudsiye-i Kur’âniye’de gösteriliyor.. Ve ihtiyarları en ziyade düşündüren kabir kapısı, rahmet kapısı olduğu ve îdam kapısı olmadığı, o envar-ı Kur’âniye ile gösterildi.. Ve çocukların nazik kalblerinde hadsiz mesâib ve muzır eşyaya karşı, gayet kuvvetli bir nokta-i istinad ve hadsiz âmâl ve arzularına medâr bir nokta-i istimdat Kur’ân-ı Hakîm’in mâdeninden çıkarıldı ve gösterildi ve bilfiil istifade ettirildi.. Ve fukaralar ve zuafâlar
Elhâsıl: Eğer Türk Milleti, yalnız altıncı tâife olan gençlerden ibaret olsa ve gençlikleri daimî kalsa ve dünyadan başka yerleri bulunmasa, sizin Türkçülük perdesi altındaki firenk-meşrebane harekâtınız hamiyet-i milliyeden sayılabilirdi. Benim gibi hayat-ı dünyeviyeye az ehemmiyet veren.. ve unsuriyet fikrini, firengî illeti gibi bir maraz telâkki eden.. ve gençleri nâ-meşrû’ keyf ve hevesattan men’e çalışan.. ve başka memlekette dünyaya gelen bir adama, “O Kürddür, arkasına düşmeyiniz.” diyebilirdiniz ve demeye bir hak kazanabilirdiniz. Fakat, mâdemki Türk nâmı altında olan şu vatan evlâdı, sâbıkan beyan edildiği gibi altı kısımdır. Beş kısma zarar vermek ve keyflerini kaçırmak, yalnız bir tek kısma muvakkat ve dünyevî ve âkıbeti meş’um bir keyf vermek, belki sarhoş etmek; elbette o Türk milletine dostluk değil, düşmanlıktır. Evet, ben unsurca Türk sayılmıyorum; fakat, Türklerin ehl-i takvâ tâifesine ve musibetzedeler kısmına ve ihtiyarlar sınıfına ve çocuklar tâifesine ve zaifler ve fakirler zümresine bütün kuvvetimle ve kemâl-i iştiyakla müşfikane ve uhuvvetkârane çalışmışım ve çalışıyorum. Altıncı tâife olan gençleri dahi, hayat-ı dünyeviyesini zehirlettirecek ve ha-yat-ı uhreviyesini mahvedecek ve bir saat gûlmeye bedel, bir sene ağlamayı netice veren harekât-ı nâmeşruadan vazgeçirmek istiyorum. Yalnız bu altı-yedi sene değil, belki yirmi senedir Kur’ân’dan ahzedip Türkçe lisaniyle neşrettiğim âsar meydandadır. Evet Lillâhilhamd, Kur’ân-ı Hakîm’in mâden-i envârından iktibas edilen âsâr ile, ihtiyar tâifesinin en ziyade istedikleri nur gösteriliyor. Musibetzedelerin ve hastaların tiryak gibi en nâfî ilâçları eczahane-i kudsiye-i Kur’âniye’de gösteriliyor.. Ve ihtiyarları en ziyade düşündüren kabir kapısı, rahmet kapısı olduğu ve îdam kapısı olmadığı, o envar-ı Kur’âniye ile gösterildi.. Ve çocukların nazik kalblerinde hadsiz mesâib ve muzır eşyaya karşı, gayet kuvvetli bir nokta-i istinad ve hadsiz âmâl ve arzularına medâr bir nokta-i istimdat Kur’ân-ı Hakîm’in mâdeninden çıkarıldı ve gösterildi ve bilfiil istifade ettirildi.. Ve fukaralar ve zuafâlar
Yükleniyor...