İkinci Sualiniz: Neden vesika almak için müracaat etmiyorsun?
Elcevap: şu mes’elede ben kaderin mahkûmuyum, ehl-i dünyanın mahkûmu değilim. Kadere müracaat ediyorum. Ne vakit izin verirse, rızkımı buradan ne vakit keserse, o vakit giderim. şu mânanın hakikatı şudur ki: Başa gelen her işte iki sebep var; biri zâhirî, diğeri hakikî. Ehl-i dünya zâhirî bir sebeb oldu, beni buraya getirdi. Kader-i İlâhî ise, sebeb-i hakikîdir; beni bu inzivaya mahkûm etti. Sebeb-i zâhirî zulmetti; sebeb-i hakikî ise adalet etti. Zâhirîsi şöyle düşündü: “şu adam, ziyadesiyle ilme ve dine hizmet eder, belki dünyamıza karışır” ihtimaliyle beni nefyedip üç cihetle katmerli bir zulüm etti. Kader-i İlâhî ise: Benim için gördü ki, hakkıyle ve ihlâsla ilme ve dîne hizmet edemiyorum; beni bu nefye mahkûm etti. Onların bu katmerli zulmünü muzâaf bir rahmete çevirdi. Mâdemki nefyimde kader hâkimdir ve o kader âdildir; ona müracaat ederim. Zâhirî sebeb ise, zâten bahane nev’inden birşeyleri var. Demek onlara müracaat mânasızdır. Eğer onların elinde bir hak veya kuvvetli bir esbab bulunsaydı, o vakit onlara karşı da müracaat olunurdu.
Başlarını yesin, dünyalarını tamamen bıraktığım ve ayaklarına dolaşsın, siyasetlerini büsbütün terkettiğim halde; düşündükleri bahaneler, evhamlar, elbette asılsız olduğundan, onlara müracaatla o evhamlara bir
Yükleniyor...