değmiyor. Anladım ki; o zat, (Hazret-i Üstâd) yağmurun yakında geleceğini hissetmiş ve kalben Allah’a niyaz etmiş ki böyle oluyor.
Dört saat kadar yağmur altındaki yolculuğumuzda Eğridir’e kadar yürüdük. Hiç ıslanmadan vardık
{Bu hadisenin aynine benzer bir iki hadise de şöyledir.
1-Üstâd'ın talebelerinden Eğirdirli Demirci salih'in rivayet ne şehadetiyle nakledilmiştir.Şöyle ki;1954 yılı Kurban Bayramı'nda Eğidir den Barla'ya kayıkla Üstadla beraber yapılmış bir yolculukta,denizin müthiş fırtınası yanında,gökten boşanan yağmurdan herkes sırılsıklam olmuşken;Hz.Üstâd'a bir damla suyun değmemiş olmasıdır.(Bkz tafsilat:Son şahitler-2,s:82.)
2-Barlalı Şamlı Hafız Tevfik'in rivayetinde,Hz.Üstâd kırda bir risale yazdırırken yağmurun geldiğini..Ve duasıyla yağmurun kendilerine değmediğini beyan hatırasıdır.Bu hatıra,az yukarıda tafsilatıyla kayıtlıdır.A.B.}
Hulusî Bey, bu hadise için: “Bu benim için bir sır idi. Üstâd’ın hayatı boyunca bunu kimseye fâş etmedim. Fakat Üstâd’ın vefatından sonra bu sırrı da benden çıkarttınız.” şeklinde ifade buyuruyorlardı.
Hacı Hulusi Bey’in Barla’da Üstâd Hazretleri’ni ziyaretleri ile ilgili anlatmış olduğu müteferrik bazı hatıraları daha vardır. Onlardan da bir kaçını zikredelim:
1- “Benim onu ziyaretlerimde, yanında gördüğüm kitaplar şunlardı: Kur’ân-ı Kerim, Hafız şirazî’nin bir eseri, bir de Gümüşhaneli şeyh Ahmed Ziyaeddin’in üç ciltlik Mecmuat-ül Ahzab kitabı...”
2- “Bir ziyaretimde çay yapıldı, içiyorduk. Ben güya nezaket ve edep yapıyorum düşüncesiyle, bardağın dibinde bir parmak kadar çay bıraktım, içmedim. Üstâd Hazretleri bana baktı, tebessüm ederek: “Kardeşim sen sünnet bilmez?” diye lâtifekârane ders verdi. Artık o gün bugün, bardağın dibinde çayın zerresini de bırakmamaya başladım”
3- “Yine ziyaretlerimin birisinde, meşhur Hüseyin-i Cisrî’nin “Risale-i Hamidiye” eserinin bahsi geçmişti. O kitabı daha önceleri okuduğum için, güya kendimi malumat sahibi bilerek: “O kitabı okumuşum efendim” dedim ve 1322’de te’lif edildiğini söyledim.
Üstâd bana tebessüm içinde bir baktı. Kitabın te’lif tarihi için: “yakın, yakın kardeşim...” dedi. Biraz sonra da, buyurdular ki: “Evet kardeşim, Risale-i Nur bütün o gibi kitaplara ateş verdi, ışıklandırdı.”
4- “1916’da, şeyh Rıza Talebânî’nindir diye elime geçen Farsça “Ya Resulallah Çibaşed çün sek-i ashab-ı kehf...” olan kasideyi, bilâhare Üstâd’la tanıştıktan sonra, ona bir mektupla göndermiş ve kasidenin içinde bahsi geçen “Ashab-ı kehf in köpeği” gibi, beni de Risale-i Nur şakirtleri içinde, Ashab-ı Kehf’in Kıtmiri gibi kabul buyurun” diye yazmıştım.
Dört saat kadar yağmur altındaki yolculuğumuzda Eğridir’e kadar yürüdük. Hiç ıslanmadan vardık
{Bu hadisenin aynine benzer bir iki hadise de şöyledir.
1-Üstâd'ın talebelerinden Eğirdirli Demirci salih'in rivayet ne şehadetiyle nakledilmiştir.Şöyle ki;1954 yılı Kurban Bayramı'nda Eğidir den Barla'ya kayıkla Üstadla beraber yapılmış bir yolculukta,denizin müthiş fırtınası yanında,gökten boşanan yağmurdan herkes sırılsıklam olmuşken;Hz.Üstâd'a bir damla suyun değmemiş olmasıdır.(Bkz tafsilat:Son şahitler-2,s:82.)
2-Barlalı Şamlı Hafız Tevfik'in rivayetinde,Hz.Üstâd kırda bir risale yazdırırken yağmurun geldiğini..Ve duasıyla yağmurun kendilerine değmediğini beyan hatırasıdır.Bu hatıra,az yukarıda tafsilatıyla kayıtlıdır.A.B.}
Hulusî Bey, bu hadise için: “Bu benim için bir sır idi. Üstâd’ın hayatı boyunca bunu kimseye fâş etmedim. Fakat Üstâd’ın vefatından sonra bu sırrı da benden çıkarttınız.” şeklinde ifade buyuruyorlardı.
Hacı Hulusi Bey’in Barla’da Üstâd Hazretleri’ni ziyaretleri ile ilgili anlatmış olduğu müteferrik bazı hatıraları daha vardır. Onlardan da bir kaçını zikredelim:
1- “Benim onu ziyaretlerimde, yanında gördüğüm kitaplar şunlardı: Kur’ân-ı Kerim, Hafız şirazî’nin bir eseri, bir de Gümüşhaneli şeyh Ahmed Ziyaeddin’in üç ciltlik Mecmuat-ül Ahzab kitabı...”
2- “Bir ziyaretimde çay yapıldı, içiyorduk. Ben güya nezaket ve edep yapıyorum düşüncesiyle, bardağın dibinde bir parmak kadar çay bıraktım, içmedim. Üstâd Hazretleri bana baktı, tebessüm ederek: “Kardeşim sen sünnet bilmez?” diye lâtifekârane ders verdi. Artık o gün bugün, bardağın dibinde çayın zerresini de bırakmamaya başladım”
3- “Yine ziyaretlerimin birisinde, meşhur Hüseyin-i Cisrî’nin “Risale-i Hamidiye” eserinin bahsi geçmişti. O kitabı daha önceleri okuduğum için, güya kendimi malumat sahibi bilerek: “O kitabı okumuşum efendim” dedim ve 1322’de te’lif edildiğini söyledim.
Üstâd bana tebessüm içinde bir baktı. Kitabın te’lif tarihi için: “yakın, yakın kardeşim...” dedi. Biraz sonra da, buyurdular ki: “Evet kardeşim, Risale-i Nur bütün o gibi kitaplara ateş verdi, ışıklandırdı.”
4- “1916’da, şeyh Rıza Talebânî’nindir diye elime geçen Farsça “Ya Resulallah Çibaşed çün sek-i ashab-ı kehf...” olan kasideyi, bilâhare Üstâd’la tanıştıktan sonra, ona bir mektupla göndermiş ve kasidenin içinde bahsi geçen “Ashab-ı kehf in köpeği” gibi, beni de Risale-i Nur şakirtleri içinde, Ashab-ı Kehf’in Kıtmiri gibi kabul buyurun” diye yazmıştım.
Yükleniyor...