Üçüncüsü: Yirmibeş sene evvel bir hadise bir mana verdim, dedim ki: “şapka başa gelecek ve başa diyecek” Secdeye gitme ”fakat baştaki iman o şapkayı secdeye getirecek, belki imanı ona galebe edecek..”
Bir zaman sonra şapka çıktı, yine ben dedim: “şek, yakînin hükmünü bozmaz” kaide-i şer’iyesiyle şapka bir şek verir, yalnız bir emaredir. Kalbteki iman ise, yakiniyyete, kuvvetli hüccetlere dayandığı için, o şekkin hükmünü bozar, dalâletten kurtarır.
Hem bundan dokuz sene evvel, Isparta’da bir müdde-i umumi benim aleyhimde bir inad ile şapka meselesini Eskişehir mahkemesine yazmış. Ben de o zaman dedim: Bir şeyi reddetmek ayrıdır, cezası on sene olsa, onunla amel etmemek ve kalben beğenmemek, bütün bütün ayrıdır. Cezası olsa olsa bir ihtar, bir tekdir veya bir iki gün hapis olduğu halde, ben münzevi yaşıyorum. Hem başım çok nezlelidir, başı açık olamam, ma’zeretim var... Fakat bu kanuna ilişmemek için, böyle resmi makama ve çarşıya gitsem elimde tutuyorum, beyan ettim. 0 mahkeme ise, Isparta müdde-i umumisinin şiddetine rağmen beraetimi müttefikan verdiği halde, güya ben şapka kanununa karşı red ile mübareze ediyorum diye habbeyi yüz kubbe yapıp, beni şiddetli hasta ve gecelik libasımla çok kalabalık insanların ortasında teşhir etmeleridir.
Dördüncü: Size ifadelerimin hatimesi olarak takdim edeceğim istid’amdır. Gayet kat’î cevabı verilen Beşinci şua’nın
{Gizli ellerde gezdiği için bir iki haşiye kimin tarafından ilave edildiğini bilemediğim zatlar yapmışlar, bazı şahıslara tatbik etmişler. Ondan yeni yazılmış tevehhüm edilmiş. S. Nursi.}
aslını Dar-ül Hikmet-il İslâmiye’de yazdım. Sonra bazı mes’eleleri bu zamanda dahi mutabık çıktığı için, tam mahrem dedim. Sekiz senede bir veya iki defa elime geçti,aynı vakitte kaybettirdiğimiz halde, benim iznim olmadan o risaleyle isim müşabeheti bulunan ve sırf imanî olan “Yedinci şua” eski harflerle tab’ edilmesi sebebiyle; o yedinciyi, beşinci şu’a tevehhüm edip, yirmi senelik Risale-i Nur eczalarının ve on beş seneden beri yazılan ve ele geçen mektupları, ne mürur-u zamanı ve ne de af kanunları ve ne de Eskişehir mahkemesinin tebriye ve tahliye ve tasfiyesini nazara almıyarak, öyle lüzumsuz ve manasız sualler ve verdikleri yanlış manalarla muahezeye çalıştı.
Ezcümle, yirmi sene evvel bir rivayete binaen demiştim: “Dehşetli Süfyan İstanbul’da ölecek, Dikilitaş’ta şeytan bağıracak ve dünyaya işittirecek. Yani “radyo ile öldü” diye ilân edecek. İşte bu cümledeki “diye” kelimesini müdde-i umumi okumadı ve itiraz etti. “Sen öldü diyorsun” ben dedim: “diye“ kelimesi var. Sonra sustu.
Bir zaman sonra şapka çıktı, yine ben dedim: “şek, yakînin hükmünü bozmaz” kaide-i şer’iyesiyle şapka bir şek verir, yalnız bir emaredir. Kalbteki iman ise, yakiniyyete, kuvvetli hüccetlere dayandığı için, o şekkin hükmünü bozar, dalâletten kurtarır.
Hem bundan dokuz sene evvel, Isparta’da bir müdde-i umumi benim aleyhimde bir inad ile şapka meselesini Eskişehir mahkemesine yazmış. Ben de o zaman dedim: Bir şeyi reddetmek ayrıdır, cezası on sene olsa, onunla amel etmemek ve kalben beğenmemek, bütün bütün ayrıdır. Cezası olsa olsa bir ihtar, bir tekdir veya bir iki gün hapis olduğu halde, ben münzevi yaşıyorum. Hem başım çok nezlelidir, başı açık olamam, ma’zeretim var... Fakat bu kanuna ilişmemek için, böyle resmi makama ve çarşıya gitsem elimde tutuyorum, beyan ettim. 0 mahkeme ise, Isparta müdde-i umumisinin şiddetine rağmen beraetimi müttefikan verdiği halde, güya ben şapka kanununa karşı red ile mübareze ediyorum diye habbeyi yüz kubbe yapıp, beni şiddetli hasta ve gecelik libasımla çok kalabalık insanların ortasında teşhir etmeleridir.
Dördüncü: Size ifadelerimin hatimesi olarak takdim edeceğim istid’amdır. Gayet kat’î cevabı verilen Beşinci şua’nın
{Gizli ellerde gezdiği için bir iki haşiye kimin tarafından ilave edildiğini bilemediğim zatlar yapmışlar, bazı şahıslara tatbik etmişler. Ondan yeni yazılmış tevehhüm edilmiş. S. Nursi.}
aslını Dar-ül Hikmet-il İslâmiye’de yazdım. Sonra bazı mes’eleleri bu zamanda dahi mutabık çıktığı için, tam mahrem dedim. Sekiz senede bir veya iki defa elime geçti,aynı vakitte kaybettirdiğimiz halde, benim iznim olmadan o risaleyle isim müşabeheti bulunan ve sırf imanî olan “Yedinci şua” eski harflerle tab’ edilmesi sebebiyle; o yedinciyi, beşinci şu’a tevehhüm edip, yirmi senelik Risale-i Nur eczalarının ve on beş seneden beri yazılan ve ele geçen mektupları, ne mürur-u zamanı ve ne de af kanunları ve ne de Eskişehir mahkemesinin tebriye ve tahliye ve tasfiyesini nazara almıyarak, öyle lüzumsuz ve manasız sualler ve verdikleri yanlış manalarla muahezeye çalıştı.
Ezcümle, yirmi sene evvel bir rivayete binaen demiştim: “Dehşetli Süfyan İstanbul’da ölecek, Dikilitaş’ta şeytan bağıracak ve dünyaya işittirecek. Yani “radyo ile öldü” diye ilân edecek. İşte bu cümledeki “diye” kelimesini müdde-i umumi okumadı ve itiraz etti. “Sen öldü diyorsun” ben dedim: “diye“ kelimesi var. Sonra sustu.
Yükleniyor...