Ayet-el Kübra sandıkları adresime gelmiş ve henüz trende iken istasyonda müsadere edilmişti. Denizli Mahkemesinde “Hem Ayet-el Kübra’nın, hem Hizb-ül Ekberin tab’ işini ben yaptım. dedim. Üstâd buna çok memnun olmuştu.

Sonra Denizli hapsinde Hafız Ali Efendi vefat etti. Üstâd Hazretleri ona vermeyi niyetlendiği cübbeyi bana bir sened mukabilinde verdi.

{Adı geçen cübbenin ve Tahiri Ağabeye Üstâd tarafından kendi el yazısıyla yazılıp verilen sened şöyledir.

“Aziz Saddık, Kahraman ikinci Hüsrev, ikinci Hafız Ali ve onun ve Lütfi’nin varisi ve birinci Tahiri kardeşim! O meşlahı sana hediye ediyorum. Kardeşiniz Said-i Nursi”

Bu meşlah, Üstâd hazretleri 1925’te Van’dan alınıp, Garbi Anadolu’ya nefy edildiğinde, giyip beraber getirdiği kıymetli kumaştan mamul, Irak işi bir abadır. A.B.}




Hapiste, Isparta’lı grup Nur talebeleri tutuklular bölümünde idik. Mehmed Gönenli Hoca her ikindiden sonra., pencereye çıkar, yüksek sesle Kur’ân okurdu. Üstâd Hazretleri de kendi hücresinin penceresine çıkar, Gönenliyi dinlerdi...

Tahiri Ağabeyin hatıraları kısa ve özdür. Zaten hadiseleri fazla hatırlayamaz gibi görünür ve az konuşurdu. Zaman zaman kendisinden dinlediğimizin bir hülâsasını kaydettik.

Sekizinci şahidimiz: Araçlı Abdullah Yeğin’dir. Denizli hadisesi sırasında lise talebesi iken, kendisine de hadiseden temas eden kısmını şöyle anlatır:

“... Bir gün mektepte çoğrafya dersinde idik. Coğrafya hocası: “O mürteci’, Bediüzzaman denilen hocanın yanına kimler gitti” diye sınıfta sordu. Altı kişi parmak kaldırdık. Neden, ne için gittiğimizi sordu. Üstâd için inkılab düşmanı olduğunu, Atatürk’ü sevmediğini söyledi. Bizi inzibat meclisi denilen disiplin kuruluna sevk etti.

Disiplin kurulunda çeşitli sualler soruldu. Yazılı cevablı ifadelerimiz alındı. Neticede Suat isimli arkadaşımıza ve bana altı gün mektepten tard cezası, diğer arkadaşlara da ihtar, tekdir gibi, cezalar verdiler.

Verdiğimiz ifadelerde dinimizi öğrenmek için gittiğimizi, kimse aleyhinde bir konuşma cereyan etmediğini, dindar olduğumuzu, ibadet etmeyi sevdiğimizi söyledik. Bu hadiseden bir kaç gün sonra, kaldığım evi polisler bastı. ınceden inceye arama yaptılar, birşey bulamadılar.

Üstâd’ın evinde bana ait bir defter ve içinde ismim bulunduğu için, Denizli savcısı telgrafla evimizin aranmasını istemiş. Emniyette ifadem alındı. Başımdan geçenleri olduğu gibi anlattım. Savcı. Müftü var, bir çok hocalar var..

{Son şahitler-1, s: 364.}



Ne için onlara gitmiyorsun?” dedi. Ben de müftüyü tanımadığımı söyledim...


Yükleniyor...