Mahkeleye İlk İstida
İki gün sonra
{“İki gün sonra” diye yazdım. Çünkü bu dilekçenin altında 17.10.1943 yazılı olduğu gibi, hadiselerin seyir karinesinden de bunu çıkarmak mümkündür.Zira mezkur tarihle, Denizli savcısı dosyayı birinci ehl-i vukufa tevdi ettiği 18.11.1943 günü arasında yirmi iki gün bir zaman cardır. Isparta’da üç parça müdafaa ve altı adet mektupların yazılışı. Ve Üstâd’ın talebeleri ile birlikte Denizli’ye götürülüşleri hep bu günler içindedir. A.B.}
Isparta savcısına ve onun kanalıyla mahkemesine çok büyük hakikatları ihtiva eden bir dilekçe verdı. Dilekçe aynen şöyledir:
“Isparta Mahkemesine, Müdde-i Umumi Eliyle
Bir İstida’dır.
(Bunu yeni harflerle makamata vermek için, üç dört nüsha bana lâzımdır)
“Kastamonu’da üç defa menzilimi taharrî etmek için iki müdde-i umumi ve iki taharri komiserlerine.. ve üçüncü de gelen polis müdürüne ve altı yedi komiser ve polislere .. ve Isparta müdde-i umumisinin suallerine karşı söylediğim ve ehemmiyetli bir kısmının sureti Kastamonu zabıta ve adliyesi elinde kalan küçük bir müdafaanın hülâsasıdır. şöyle ki:
Onlara dedim: “Ben yirmi senedir münzevî yaşıyorum. Hem Kastamonu’da sekiz senedir Karakol karşısında daima tarassut ve nezaretiniz altındayım. Kaç defadır menzilimi taharri ettiğiniz halde, dünya ile ve siyaset ile hiç bir tereşşuh, hiç bir emare görülmedi. Eğer bir karışık halim olsaydı, bu Kastamonu Adliyesi ve zabıtası ve hükümeti bilmedi ve yahut bildi, aldırmadı. Elbette benden ziyade onlar mes’uldürler. Eğer yoksa, bütün dünyada kendi ahiretiyle meşgul olan münzevilere ilişilmediği halde, neden bana lüzumsuz ve vatanın, milletin zararına bu derece ilişiyorsunuz?
Biz Risale-i Nur’u, değil dünya cereyanlarına belki kâinata da alet edemeyiz. Hem Kur’ân bizi siyasetten şiddetle men’etmiş...
Evet Risale-i Nur’un vazifesi ise, hayat-ı ebediyeyi mahveden ve hayat-i dünyeviyeyi de dehşetli bir zehire çeviren küfr-ü mutlaka karşı iman hakikatlarını gayet kat-î ve en mütemerrid zındık feylosofları dahi imana getiren Kur’ânî kuvvetli burhanlar ile Kur’âna hizmettir. Onun için biz Risale-i Nur’u hiç bir şeye alet edemeyiz.
Evvelâ: Kur’ânın elmas gibi hakikatlerini ehl-i gaflet nazarında propaganda-i siyaset tevehhümüyle cam parçalarına indirmemek ve o kıymettar hakikatlere ihanet etmemektir. Risale-i Nur’un esas mesleği olan şefkat, hak ve hakikat ve vicdan bizleri şiddetle siyasetten ve idareye ilişmekten men’etmiş. Çünki, tokada ve belâya müstehak ve küfr-ü mutlaka düşmüş bir iki dinsize
İki gün sonra
{“İki gün sonra” diye yazdım. Çünkü bu dilekçenin altında 17.10.1943 yazılı olduğu gibi, hadiselerin seyir karinesinden de bunu çıkarmak mümkündür.Zira mezkur tarihle, Denizli savcısı dosyayı birinci ehl-i vukufa tevdi ettiği 18.11.1943 günü arasında yirmi iki gün bir zaman cardır. Isparta’da üç parça müdafaa ve altı adet mektupların yazılışı. Ve Üstâd’ın talebeleri ile birlikte Denizli’ye götürülüşleri hep bu günler içindedir. A.B.}
Isparta savcısına ve onun kanalıyla mahkemesine çok büyük hakikatları ihtiva eden bir dilekçe verdı. Dilekçe aynen şöyledir:
“Isparta Mahkemesine, Müdde-i Umumi Eliyle
Bir İstida’dır.
(Bunu yeni harflerle makamata vermek için, üç dört nüsha bana lâzımdır)
“Kastamonu’da üç defa menzilimi taharrî etmek için iki müdde-i umumi ve iki taharri komiserlerine.. ve üçüncü de gelen polis müdürüne ve altı yedi komiser ve polislere .. ve Isparta müdde-i umumisinin suallerine karşı söylediğim ve ehemmiyetli bir kısmının sureti Kastamonu zabıta ve adliyesi elinde kalan küçük bir müdafaanın hülâsasıdır. şöyle ki:
Onlara dedim: “Ben yirmi senedir münzevî yaşıyorum. Hem Kastamonu’da sekiz senedir Karakol karşısında daima tarassut ve nezaretiniz altındayım. Kaç defadır menzilimi taharri ettiğiniz halde, dünya ile ve siyaset ile hiç bir tereşşuh, hiç bir emare görülmedi. Eğer bir karışık halim olsaydı, bu Kastamonu Adliyesi ve zabıtası ve hükümeti bilmedi ve yahut bildi, aldırmadı. Elbette benden ziyade onlar mes’uldürler. Eğer yoksa, bütün dünyada kendi ahiretiyle meşgul olan münzevilere ilişilmediği halde, neden bana lüzumsuz ve vatanın, milletin zararına bu derece ilişiyorsunuz?
Biz Risale-i Nur’u, değil dünya cereyanlarına belki kâinata da alet edemeyiz. Hem Kur’ân bizi siyasetten şiddetle men’etmiş...
Evet Risale-i Nur’un vazifesi ise, hayat-ı ebediyeyi mahveden ve hayat-i dünyeviyeyi de dehşetli bir zehire çeviren küfr-ü mutlaka karşı iman hakikatlarını gayet kat-î ve en mütemerrid zındık feylosofları dahi imana getiren Kur’ânî kuvvetli burhanlar ile Kur’âna hizmettir. Onun için biz Risale-i Nur’u hiç bir şeye alet edemeyiz.
Evvelâ: Kur’ânın elmas gibi hakikatlerini ehl-i gaflet nazarında propaganda-i siyaset tevehhümüyle cam parçalarına indirmemek ve o kıymettar hakikatlere ihanet etmemektir. Risale-i Nur’un esas mesleği olan şefkat, hak ve hakikat ve vicdan bizleri şiddetle siyasetten ve idareye ilişmekten men’etmiş. Çünki, tokada ve belâya müstehak ve küfr-ü mutlaka düşmüş bir iki dinsize
Yükleniyor...