1951 sonlarında cübbeyi, diğer bazı eşya ve kitapları ile birlikte Urfa’ya göndermiştir. Gönderirken de kendisinin de yakında Urfa’ya geleceğini söylemiş ve buna dair bir yazı kaleme almıştır. Ancak bu “yakında” dediği geliş, on sene sonra gerçekleşebilmiştir. Hem Urfa’ya geldigindede yalnız bir buçuk gün ve iki gece hayatta kalabilmiş, buradan Rahmet-i Rahman’a kavuşmuş, Dar-ı Ahirete rıhlet etmiştir.
Mübarek cübbenin Kastamonu’da Bediüzzaman Hazretlerine ilk gelişiyle ilgili olarak, Üstâd şöyle bir mektupla Isparta’daki talebelerine bildirmiştir:
“...İkincisi: Eski zamanda ondört yaşında iken icazat almanın alâmeti olan Üstâd tarafından sarık sardırmak, bir cübbe giydirmek vaziyetine maniler bulundu. Yaşımın küçüklüğü, memleketimizde büyük hocalara mahsus kisveyi giymek yakışmadığı...
Saniyen: O zamanda büyük âlimler bana karşı Üstâd’lık vaziyeti değil, ya rakib ve yahut teslimiyet derecesine girdikleri için, bana cübbe giydirecek ve Üstâd’lık vaziyetini alacak kendilerine güvenenler bulunmadı... Ve Evliya-i azimeden dört beş zatın vefat etmeleri, elli altı senedir
{Garib bir tevafuktur ki, mübarek cübbenin Mevlana Halid’den kendisine intikal eden küçük Âşık lâkabıyla meşhur şeyh Muhammed Hazretlerinin Mısır’da vefat ettiği tarih, Rumi 1300, Miladi 1884’dür. Hazret-i Üstâd’ın “Elli altı sene evvel” icazet almaya hak kazandığını ve bir sarık ve cübbeyi giymeye istihkak kesbettigini söylediği yılda, -Küsûnatnazara alınmazsa- aynı tarihe rastlamaktadır.. şöyle ki: Cübbenin kendisine (Üstâd’a) ulaştığı sene olan 1940 hesabı kesin olsa, Rumi karşılığı 1356 dır. Elli altı seneyi de tam ve kesin ve eksiksiz kabuletsek ve cübbenin teslim tarihinden elli altı sene geri gitsek, tam 1300 kalır: Buna göre ve bu tevafuk karinesiyle Hazreti Üstâd’ın icazet alma alâmeti olan bir cübbe (Yani mezkûr cübbe ta o tarihte, o zatın vefatıyla ve o kanal ile Hazret-i Üstâd’a mânen intikal etmiş demektir. Lâkin ancak elli altı sene sonra bizzat ulaşabilmiştir. Bu tevafukun başka bir şekli ise şöyledir: Eğer küçük Aşık hz. lerinin vefatı Hic.1300 olsa cübbenin Üstâda ulaştığı senenin hicri karşılığıda 1359 dur ki üç sene fazlalık olur. Demek, az olan küsûratı nazara almadan 56 yıl geri gitsek, tamtamına hz. Üstâd’ın ilmini bitirip icazet aldığı sene olan Hic. 1309 a tevafuk eder. A.B.}
icazetin zâhiri alâmeti olan cübbeyi giymek ve bir Üstâd’ın elini öpmek, Üstâd’lığını kabul hakkımı bu günlerde yüz senelik bir mesafede Hazret-i Mevlânâ zülcenaheyn Halid-i Ziyaeddin (K.S.), o cübbeye sarılan bir sarık; kendi cübbesini pek garib bir tarzda bana giydirmek için gönderdiğini bazı emarelerle bana kanaât geldi. Ben de o mübarek ve yüz yaşında cübbeyi”
{Bu mübarek emaneti Risale-i Nur talebelerinden ve Ahiret hemşirelerimizden Asiye namında bir muhterem Hanımın eliyle aldım. Said-i Nursi.}
giyiyorum, Cenab-ı Hakka a yüzbinler şükür ediyorum...”
{Osmanlıca Kastamonu-2, s: 170.}
Mübarek cübbenin tarihçesi bahse medar olması hasebiyle ve Üstâd’ın hayatında manevî büyük bir hadise olarak kaydedildiği için, Risale-i Nur’da ondan bahseden umum mektupları burada cem’ etmek münasib
Mübarek cübbenin Kastamonu’da Bediüzzaman Hazretlerine ilk gelişiyle ilgili olarak, Üstâd şöyle bir mektupla Isparta’daki talebelerine bildirmiştir:
“...İkincisi: Eski zamanda ondört yaşında iken icazat almanın alâmeti olan Üstâd tarafından sarık sardırmak, bir cübbe giydirmek vaziyetine maniler bulundu. Yaşımın küçüklüğü, memleketimizde büyük hocalara mahsus kisveyi giymek yakışmadığı...
Saniyen: O zamanda büyük âlimler bana karşı Üstâd’lık vaziyeti değil, ya rakib ve yahut teslimiyet derecesine girdikleri için, bana cübbe giydirecek ve Üstâd’lık vaziyetini alacak kendilerine güvenenler bulunmadı... Ve Evliya-i azimeden dört beş zatın vefat etmeleri, elli altı senedir
{Garib bir tevafuktur ki, mübarek cübbenin Mevlana Halid’den kendisine intikal eden küçük Âşık lâkabıyla meşhur şeyh Muhammed Hazretlerinin Mısır’da vefat ettiği tarih, Rumi 1300, Miladi 1884’dür. Hazret-i Üstâd’ın “Elli altı sene evvel” icazet almaya hak kazandığını ve bir sarık ve cübbeyi giymeye istihkak kesbettigini söylediği yılda, -Küsûnatnazara alınmazsa- aynı tarihe rastlamaktadır.. şöyle ki: Cübbenin kendisine (Üstâd’a) ulaştığı sene olan 1940 hesabı kesin olsa, Rumi karşılığı 1356 dır. Elli altı seneyi de tam ve kesin ve eksiksiz kabuletsek ve cübbenin teslim tarihinden elli altı sene geri gitsek, tam 1300 kalır: Buna göre ve bu tevafuk karinesiyle Hazreti Üstâd’ın icazet alma alâmeti olan bir cübbe (Yani mezkûr cübbe ta o tarihte, o zatın vefatıyla ve o kanal ile Hazret-i Üstâd’a mânen intikal etmiş demektir. Lâkin ancak elli altı sene sonra bizzat ulaşabilmiştir. Bu tevafukun başka bir şekli ise şöyledir: Eğer küçük Aşık hz. lerinin vefatı Hic.1300 olsa cübbenin Üstâda ulaştığı senenin hicri karşılığıda 1359 dur ki üç sene fazlalık olur. Demek, az olan küsûratı nazara almadan 56 yıl geri gitsek, tamtamına hz. Üstâd’ın ilmini bitirip icazet aldığı sene olan Hic. 1309 a tevafuk eder. A.B.}
icazetin zâhiri alâmeti olan cübbeyi giymek ve bir Üstâd’ın elini öpmek, Üstâd’lığını kabul hakkımı bu günlerde yüz senelik bir mesafede Hazret-i Mevlânâ zülcenaheyn Halid-i Ziyaeddin (K.S.), o cübbeye sarılan bir sarık; kendi cübbesini pek garib bir tarzda bana giydirmek için gönderdiğini bazı emarelerle bana kanaât geldi. Ben de o mübarek ve yüz yaşında cübbeyi”
{Bu mübarek emaneti Risale-i Nur talebelerinden ve Ahiret hemşirelerimizden Asiye namında bir muhterem Hanımın eliyle aldım. Said-i Nursi.}
giyiyorum, Cenab-ı Hakka a yüzbinler şükür ediyorum...”
{Osmanlıca Kastamonu-2, s: 170.}
Mübarek cübbenin tarihçesi bahse medar olması hasebiyle ve Üstâd’ın hayatında manevî büyük bir hadise olarak kaydedildiği için, Risale-i Nur’da ondan bahseden umum mektupları burada cem’ etmek münasib
Yükleniyor...