için ihtiyat edemediğimizden şiddetli hiddetini gördük

{Hastalık o kadar şiddetli idi ki; dört gecede hemen bir saat uyku geldi. Emin, Feyzi.}



Bu hastalık da yine eser-i merhamettir ki; hiç hatır ve hayale gelmiyen aşr-ı ahirin gayet mühim gecelerinde Üstâdımızın tam ifa edemediği vazifesi yerinde, bu havalide her bir şâkirt, kendi hususî çalışmasından başka bir saati Üstâdı hesabına, Risale-i Nur’un şâkirtlerinin mücahede-i maneviyelerine iştirâk ve onları hedef edip onların defter-i a’maline geçmeye aynı Üstâd gibi çalışmaya başladılar...

Yine hastalığın letaifindendir ki; Üstâdımızın hiç sesi çıkmıyordu, konuşamıyordu. Hiç beklenilmeden iftar vaktinde bir doktor geldi, elini tuttu. Üstâdımız dedi ki: “Ben hastalığımı muayene ettirmem. Ben hekimlere muhtaç değilim. Hekim Cenab-ı Hak’tır” birden canlandı, sesi çıkmaya başladı. Güya kendisi bir doktor şeklini aldı. Doktor ise, hasta vaziyetine girdi. Doktora ehemmiyetli bir mektup okudu. Doktorun derdine deva olacak bir ilaç oldu. Sonra top atıldı. Doktora dedi ki: “Burada iftar et!” Doktor dedi ki: “Bugün kusur etmişim, oruç tutamadım.” demesiyle; Çok hayret ettiğimiz Üstâdımızın vaziyeti, orucunu bozmuş bir doktorun tıp noktasında hâkimane vaziyeti kabul etmediği için, o vaziyet ona verildiğini bildik...”

{Osmanlıca Kastamonu-2, s: 174.}



Yine aynı hastalık hakkında ikinci bir mektup:

Aziz Sıddık Kardeşimiz Hafız Ali,

Mektubunuzda yazmış olduğunuz Sav ümmilerinden kardeşimiz Mustafa ve Hüseyin’in rü’yaları, Üstâdımız hakkında tam tamına zahirî tabirini gözümüz ile gördük. Hem Risale-i Nur talebeleri telsiz telefon gibi manevî haber alıyorlar gibi bir hadisedir.

Evet, Üstâdımızın tesbihi kırıldı... Yani mübarek gecelerde evrad-ı muntazamasını tesbihlerle çekmek vazifesi parçalandı. Ehl-i dünya doktorlarıyla

{Ramazanda hastalıkta muayene için gelen şimdi, Said namında o doktor yanımızda oturuyor. O zat on gün zarfında otuzuncu lem`ayı mükemmel tevafuklu, Hüsrev gibi yazdı. Hem mükemmel anladı hem has şakirtlerden oldu. Eski hallerinden sıyrıldı, fevkalâde bir surette terakki etti. Emin, Feyzi .}



Üstâdımızı muayene edip bahanelerle, belki kendi hastahanelerinde misafir etmek yüzde yüz ihtimal vardı...

Bunların münasebetiyle yirmi günden beri Üstâdımızın musırrane tekrar ettiği bir mes’elenin ucunda garib bir vak’a gördük, şöyle ki: Yirmi günden beri bizlere ısrar ile diyordu: “ıki üç rızık, benim rızkım içine girmiş. Ben yiyemiyorum. Feyzî, birisi senin rızkın olmak kanaatım geliyor. ıkisi daha var. Herhalde ehemmiyetli iki misafirim olacak. Çünkü bunu Barla’da

Yükleniyor...